Mehmet Hüsrevoglu:   "CUMHURİYET DÖNEMİ DEVRİMLER VE DİNDARLAR" Kitabı Sayfa İçeriği

Mehmet Hüsrevoglu

Bu Sayfayı Paylaş; Bu sayfa 436 Kez görüntülendi.

1. MECLİS KURULURKEN

            23 Nisan 1920 saat 13.45’te meclis; İslâmi törenle gözyaşları içinde açıldı… Açılış öncesi bütün il ve ilçe merkezlerine şu bildiri gönderildi:

            “…Allah’ın yardımı ile 23 Nisan günü Cuma namazından sonra, Ankara büyük millet meclisi açılacaktır. Vatanın bağımsızlığı, yüksek Hilâfet ve saltanat makamının kurtarılması gibi çok önemli vazifesi olan meclisin açılışı Cuma gününe denk getirilerek Kur’an ve namaz nurlarından istifade edilecektir. Cuma namazından sonra hep birlikte Meclis dua ve kurbanlar eşliğinde açılacaktır…”

            Bu telgraf metni, Heyet-i temsiliye adına Mustafa Kemal paşa imzası ile, ivedi notu düşürülerek gönderilmiştir.

            Bildiri de belirtildiği gibi abartılı dinî tören, dualar mevlüt okunması, kurbanlar kesilmesi, muhafazakârlığı ile bilinen Kâzım Karabekir paşanın bile tenkidine neden olmuştur…

            Bu program çerçevesinde; Meclis önüne gelindi, Kur’an tilaveti, tekbir sedaları eşliğinde, kesilen kurbanlardan sonra Bursa milletvekili, Hoca Fehmi efendi’nin duaları ile meclise girildi…

            Hacı Bayram velî türbesinden alınan sancak-ı şerîf, Kur’an-ı Kerim ve Nebî sav efendimizin mübârek sakalı şerifleri kürsüye konuldu…

            Ankara’da bir araya gelen, İstanbul meclis-i mebûsân milletvekilleri tekrar yemin edip kendilerini tanıtırken:

            “…Allah ve Resûlü adına, Hilâfet ve saltanat makamının, vatan ve milletin istiklal ve kurtuluşundan başka bir gâye tanımadıklarına …” dair yemin ettiler…

            Yemin esnası ve sonrasında, sultan’a isyan etmeyeceklerini açıkça belirtip, menfî yönde çıkan söylentilerin asılsız olduğunu, padişah ve Halife ye isyan etmediklerini, bu yalan iddiayı yayan kimselerin hâin oldukların açıkça söylemişlerdir…

            Ankara hükümetinin resmi yayın organı olan Hâkimiyet-i milliye gazetesi, padişah ve Halife ye bağlılık haberleri ile birlikte, İslam dünyasını ilgilendiren haberlere yer vermekteydi.  Başlıklardan birisi şöyleydi:

            …”Yemen’de İmam Yahyâ Hamudiddîn, İstanbul’un işgali ve Halife’nin tehlikeye düşmesi nedeniyle, Yemen’de herhangi bir işgal olmamasına rağmen, İngilizlere CİHAD ilan etmiştir…”

            Aynı gazete, İslam dünyasından; Afganistan, Hindistan ve Mısır Müslümanlarının Cihad rûhu ve Halife ye bağlılıklarını bildiren haberleri sürekli yayınlıyordu…

            Ankara hükümetinin kurduğu 1.Meclis’in esas gayesinin; “…DİNİN SON YURDUNU KURTARMAK…”olarak ilan edilmesi dikkat çekicidir.

            Millî mücadele yıllarında Mustafa Kemal paşa: Sultan Vahidüddin’den daha fazla İslamcı gözükmüş, Anadolu halkını gayret ve galeyana getirmek için sürekli islâmî bir dil kullanmayı tercih etmiştir…

            Kurtuluş savaşı sırasında, Osmanlı geleneğini devam ettiren, sultan’a olan bağlılık ve hürmetini defalarca dile getiren Mustafa Kemal paşa, ideolojik söylem ve duyarlılık olarak sultan Abdülhamid’i bile geçmiştir…

            Sultan Vahidüddîn değil de, Abdülhamid ile kıyas edilme nedeni; Abdülhamîd hân’ın bir devlet politikası olarak, Osmanlıyı sadece Hilâfet çatısı altında tutma gayretinin başarıya ulaşmasından dolayıdır.

            Anadolu toprakları içerisinde Kurtuluş savaşı; Eşraf- esnaf- Medrese Üçlüsü’nün ateşlediği bir kıvılcımla başlamıştır. Çanakkale savaşından itibaren, Medrese mensuplarının ELLİ BİN civarında şehid verdiği, her nasılsa günümüz tarih kitaplarında bir türlü yer edinememiştir…

            Meclis öncesi tüm kongrelerde yönetici güç; İslamcı seçkin kesimden oluştuğu için Mustafa Kemal kendisini en üst perdeden İslamcı bir dil kullanmaya mecbur hissetmiştir…

            Mustafa Kemal paşa, İslam dini’ni siyaseten kullanmayı mükemmel bir biçimde başardı… O dönem İslam dini ve şeriatı, Mustafa Kemal için birinci öncelikli değerdi… Bazı konuşmalarından örnekler:

            “…Bizim Anayasamız Kur’andır…”

            “…Allah’ın emirlerine uymadığımız için geri kaldık…”     “…Hz. Muhammed’in yüce şeriatı…”

            “…Cenâb-ı Hakk, insanları yaratırken…” gibi yüzlerce İslâmi söylemlerden örnek verilebilir…

            Bu tür konuşmalar hep millî mücadele yıllarında olmuş, tamamen politik davranışlardı…

            İstanbul ve imparatorluk topraklarındaki halkın tamamı, Halife’ye bağlı olduklarını hissettikleri için değişik bir dil kullanımı hesaplara ters düşmekteydi…

            Bu nedenle; “…Milli mücadele tamamen, İslam dininin istismarına dayanan söylem içinde gerçekleşirken İslam kardeşliğine atıf yapma zorunluluğu da vardı…”

            Milli mücadele yıllarında, Mustafa Kemal paşa’nın İSLAM KARŞITI olduğu hakkında çıkmış olan fetva’dan dolayı çok zor durumda kaldığı, bu nedenle zahiren dinî söylem ve davranışlar içine girdiği bilinmektedir.

            Hâkimiyet’in kendi tarafına geçmesinden hemen sonra Din karşıtı davranış ve söylemlerine vakit geçirmeden başlamıştır…

            Dînî söylem ve davranışlar, Sakarya zaferinden sonra kesilmiş hatta Sakarya zaferi haberi, Meclis’e ulaştığında, EZAN okumak isteyen milletvekillerini azarlamış, meclis’in Camii olmadığını ihtar etmiştir…

            Zafer’den önce, yüz kişilik, DİN adamı sıfatı ile fetvâ ve imza verip, milli mücadeleyi başlatan önderlerin; Mustafa Kemal paşa ile olan birliktelik ve ortaklığı, zaferden hemen sonra “…DİN adamlarını ve hocaları sevmem…” beyanı ile bizzat Mustafa Kemal tarafından tek taraflı olarak bozulmuştur…

            1. Meclis’in kuruluşu ile hep birlikte İslâmî değerleri, öncelikli kimlik olarak benimseyen milletvekilleri, halkın içinden gelen o yöre’nin eşrafından oluşan bir yapıya sahipti…

            Bu tablo, Mustafa Kemal paşa ve arkadaşlarının kanun yapmak istediği çoğu tekliflerde, İslamî değerlere aykırı olduğu için MENFÎ oy kullanıp, kanun teklifini düşürüyorlardı…

            Bu zıtlaşma bazı kesimlerde, Ankara hükümeti veya Mustafa Kemal’in otorite zaafına neden oluyor hissi uyandırmaktaydı…

            9 Eylül 1922 de İzmir kurtarılıp Yunan işgali tamamen temizlenince, Mustafa Kemal paşa Ankara’ya dönüyor, kendisine Hacı Bayram Camii’ne gidip, DUA edelim daveti yapan vekillere paşa’nın verdiği cevap:

            “…Benim böyle bir BORCUM yok…” olmuştur. Bu cevap neticesi artık, İslâmi değerler taşıyan gelenekçi vekiller ile yeni rejim yanlısı vekiller arasında ayrışma bu TARİHSEL cevap ile başlamış oldu…

            Taraflar artık saflarını net olarak beyan etmiş,İslami değerleri savunan ve mecliste Dindar kesimi temsil eden Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey bu temsiliyet’in bedelini canı ile ödemiştir

            ALİ ŞÜKRÜ BEY

            1884 Trabzon, Vakfıkebir ilçesinde doğmuştur. İlköğreniminden sonra, Bahriye mektebine girip başarı ile bitirmiş, deniz subayı olarak Ordu’ya katılmıştır…

            İngiltere’de deniz hukuku alanında üst eğitim almış, siyasi kabiliyeti nedeniyle askerlikten istifa ederek, Trabzon milletvekili olarak son Osmanlı meclis-i mebusânına girmiştir…

            Meclis-i mebusan kapanınca, Ankara’ya geçmiş, Trabzon milletvekilliğine yeni mecliste devam etmiştir.

            Ali Şükrü Bey özellikleri itibari ile; Dindar, Halifeye bağlı, iyi derecede İngilizce bilen, mecliste çevirmenlik yapan, akıcı hitabet yeteneğine sahip bir şahsiyettir.

            İslâmî duyarlılığa sahip olduğu için, kanun tekliflerinde titiz davranır, doğru kabul etmediği teklifleri engellerdi… İçki yasağı Kanunu’nu bu dönemde yasalaştırmıştır.

            Saltanat’ın kaldırılması bir oldubitti ile yasalaştıktan sonra, taraflar arasında hasımlık oluşmaya başlamıştır.

            Saltanat karşıtları, Mustafa Kemal paşa tarafında, Halife’ye bağlı olanlarda Ali Şükrü bey etrafında birleşmişlerdi…

            Bu karşıtlık Mustafa Kemal ile Ali şükrü bey arasında her dem hasımlık hatta yumruklaşma derekesine kadar gelmiştir.

            Taraflar arası uçurum kapanmayınca, meclis; Mustafa Kemal paşa ve arkadaşlarının emrivakisi ile fesh edildiği günlerde Ali Şükrü bey ortadan kaybolmuştur…

            Birkaç gün sonra bir oyuna getirilerek, Mustafa Kemal paşa’nın korumalığını yapan, Topal Osman ve arkadaşları tarafından 23 Mart 1923 günü hunharca şehîd edildiği ortaya çıkmıştır… Cenaze namazı Hacı Bayram camiinde kılındıktan sonra, naşı Trabzon’a nakledilmiştir.

            2. Meclis kurulmasından sonra, yeni meclis’in çalışmalarından ve oluşan kararlardan dolayı ciddî anlamda hayal kırıklığı yaşanmaya başlanmış, DİN- HİLAFET-OSMANLI bekası için savaşan halk, birden bire Hilafet ve saltanatı dışlayan, gayri İslami bir sistem ve yaşam biçimi dayatılan yeni bir rejimle yüz yüze gelinmiştir…

            Asırlardır dinî bağlılık ve Halife ye saygı ilkesi ile aynı topraklarda yaşayan toplum katmanlarında derin bir hayal kırıklığı ve aldanma duygusu oluşmaya başlamıştır.

            Özellikle Doğu bölgesinde, Hilafet ve saltanat karşıtı yeni rejim kuruluşu, ciddî hoşnutsuzluklar doğurmuş yer yer isyanlar çıkmaya başlamıştır…

             Cumhuriyet’i kuran kesim; 19. Yüz yıl, rasyonalizm ve pozitivizm gibi akımlardan etkilenmiş olup; “…Bütün soruların cevabını bilimden aldık ve alacağız...”  “…Dîni konular artık geride kalmıştır…” Fikriyatını geliştirdi.

            Pozitivist akım, İttihat ve terakki kanalı ile ülkemizde hüsnü kabul gördü. İttihatçılar içinde manevi değerlere sahip çıkanlar tasfiye edildi… Buna en güzel örnek, Cumhuriyet kurucuları içinden şöyle verilebilir:

            Milli mücadeleyi başlatan ve zaferle sonuçlanmasında büyük emekleri geçen ilk beş komutandan, dördü tasfiye edilmiştir. Bunlar:

            1-Kazım Karabekir paşa 2-Ali Fuat Cebesoy 3-Rauf Bey 4-  Refet paşa

            Mustafa Kemal paşa, geçmişte silah arkadaşı olan bu şahsiyetleri, yeni dönemde fikrî uyuşmazlık nedeniyle bir şekilde tasfiye etmiştir…

            Yeni kurulan rejim iskeletinde, demokrasi ve halk birlikteliği bulunmadığını o dönem rejim kurucularından; Yakup Kadri ve Falih Rıfkı Atay gibi Mustafa Kemal bağlıları samimi bir şekilde şöyle ifade etmişlerdir:

            “…Hakiki egemenlik isteyenler, Terakki perver’lerdir.  Yani Kazım Karabekir ve arkadaşlarıdır. Biz ise Ordu ve Devlet gücü ile ayakta durarak inkılâpları yapmak zorundaydık…”

            İlerleyen yıllarda Mustafa Kemal paşayı çok alçak bir sesle bile muhalefet etme girişimi mümkün olmayacaktır.

            ŞARK fatihi unvanı almış Kazım Karabekir paşa ve arkadaşları, NUTUK’ ta Mustafa Kemal tarafından “…En hâin dimağlar…” olarak ilan edilmişlerdir…

            Bu denli kin ve nefret’in nedeni, Kazım Karabekir ve arkadaşlarının; Liberal, ılımlı, kısmen muhafazakâr görüşe sahip olmalarından kaynaklanıyordu.

            Aynı jenerasyonda oldukları için, tek adama mutlak iteat gibi bir düşünceleri yoktu. Kazım Karabekir anılarında şu tesbiti yapmaktadır.     

            “…Milli mücadele’de bağımsızlığımızı kazandık ama tek parti rejimi ile hürriyetimizi kaybettik…”

            Ankara hükümetinin almış olduğu acil karar hatta devrimler, İstanbulda hoş karşılanmıyor, eşraf, aydın ve dindar kesim, daha doğrusu İstanbul halkının büyük çoğunluğu, Hilafet ve Saltanat konusunda, yeni rejimle aynı düşünmediğini açıkça beyan ediyordu…

            Başta İstanbul Baro’su başkanı Lütfi Bey, basın ve tanınmış isimler, Hilafet ve Saltanat’a dokunulmaması için her türlü çabayı gösteriyorlardı…

            İlk tepki ve muhalefet’in İstanbul’dan başlaması nedeniyle Mustafa Kemal paşa, 1927 yılına kadar, 7 yıl İstanbul’a ayak basmamıştır…

             Kendisine muhalefet eden şehirlere küstüğü gibi İstanbul ile de ilişkilerini dondurmuştur…