Cumhuriyet ilanından sonra, sanat ve edebiyat dünyasında müthiş bir değişim yaşanmış, yeni rejim kendi şair ve yazarlarını ihdas ederek, Osmanlı ile bir şekilde kültürel aidiyetini devam ettiren aydınları, eli kalem tutan kim varsa, yok sayarak refüze etmiştir…
Sistem tarafından tanınmayıp refüze edilen kesim içinde verilebilecek en somut örnek şüphesiz Mehmet Akif Ersoy olmuştur…
Yeni nesil edebiyatçılarda göze çarpan ilk özellik; Kesif bir riyakârlık ve tapınma edebiyatı olmuştur…
Bazı edebiyatçılar makam ve mevkii için, tarihte eşi görülmedik bir tarzda Kemalizm’i yüceltmeye, DİN olarak Kemalizm’in, TANRI olarak Mustafa Kemal’in yeterli olduğuna kanaat getirerek yazı ve şiirlerine yansıtmışlardır…
Ankara milletvekili Aka Gündüz, Mustafa Kemal Atatürk’e ithaf ettiği bir şiirinde;
“Yerde O, Gökte O, Denizde O, Her yerde O…
Varsın tek’sin yaratansın…
Sana sığınmayanlar utansın…” diyordu…
Edirne milletvekili Mehmet Şeref Aykut, “ Kemalizm” isimli kitabının başlangıç sayfasında;
“…Kemalizm; Yalnız yaşamak dinini aşılayan ve bütün prensipleri ekonomik temeller üzerine kuran, bir DİN’dir…” tanımlaması yaparak aid olduğu yeri gösteriyordu…
Yaşar Nâbi ise, yeni dîn’e, yeni bir ezan bulmuştu:
“Motorların şarkısı olsun yeni bestemiz,
Yeni DİN ezanları, minareler yerine,
Bulutlara yükselen bacalarda okunsun…
Yeni nesil edebiyatçılardan; Behçet Kemal Çağlar- - Kemalettin Kamu - - Yusuf Ziya Ortaç – Tekin Alp - Edip Ayel ve benzerleri, Mustafa Kemal Atatürk’ü ilahlaştıran yazı ve şiirlere imzalarını atmışlardır…
Tekin Alp ; “ Yeniden Türk’ün âmentüsü “ isimli yeni bir îman esasları yazarak, her sabah bu âmentü nün okunmasını istiyordu:
“…Kahramanlık örneği olan ve vatanın istikbalini yoktan var eden Mustafa Kemal’e, O’nun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücâhid Ana’larına ve Türkiye için âhiret günü olmadığına imân ederim… İyilik ve fenâlığın, insanlardan geldiğine, büyük milletimin, medenî cihanda, en büyük mevkii kazanacağına, hamâset destanları ile tarihi dolduran Türk ordusunun birliğine, Gâzi’nin Allah’ın sevgili kulu olduğuna, Kalbimin bütün hulûsu ile şehadet ederim…”
1928 yılında, yarı resmi yayın kurumu olan, Hâkimiyet-i milliye matbaasında bastırılıp dağıtılan “Türk’ün yeni âmentüsü “ , meclis kulislerinde; Camii’lerde okutulması için önerge verilmesi konuşulmaktaydı…
Bu âmentü, Mustafa Kemal paşa emri ile yazıldı ve dağıtıldı ifadeleri önemlidir… Artık İslam yerine “Türkçülük” bir DİN olarak sunulmaya başlanmış, saf Türk ırkından olmak, Müslüman olmaktan daha onurlu bir konuma yükseltilmiştir…
Edip AYEL bir şiirinde şöyle diyor:
“Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harâbe,
Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe KÂBE.
Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doğdun,
Türk ırkının en sonu, ulu peygamberi oldun…
Tutsak seni lâyık, yüce Tanrıyla müsavî,
Toprak olamaz, Kalp doğabilmişse semavî.
Ölmez Cennetlerin ufkundan inen ses,
İnsan’lar ölür, Türklüğe ALLAH olan ölmez.”
Tanrılaştırma edebiyatında, önde giden şairlerden birisi de Faruk Nafiz Çamlıbel’dir. Bir şiirinde şöyle diyor:
“ Vatan sürüklenirken bir uçurumun ucuna,
Dağılan kuvvetleri topladı avucuna…
Topladı avucuna, Yıldırım’ı şimşeği,
Yoktan vâr ediyordu, TANRI gibi her şeyi…”
****
“Tanrı gibi görünüyor her yerde,
Topraklarda, Denizlerde, Göklerde…”
***
“ On milyon bel, iki kat olmuş’ken eğilmeden,
O’nda, on beş milyon’un boynu birden uzadı.
TANRI, peygamber diye nedir, kimdir, bilmeden
Taptığımız ne varsa, hepsi O’ndan şekil aldı…”
Faruk Nafiz, Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra yazdığı şiirinde şöyle diyor:
“Yürüyor kalbimizin durduğu bir yolda değil,
Kanlı bir gözyaşı nehrinde muazzam tabut’un.
Ey! İlah’ın yüce davetlisi, göklerden eğil !.
Göreceksin duruyor kalbimizin üstünde PUT’un …”
Şükrü Kurgan ise bir şiirinde şöyle diyor:
“Ne Doğu’dan sel gibi kopan Atilla, Cengiz,
Sana eş olamadı, ne yel, ne dağ, ne deniz,
BUNAK DİN büyükleri! Nerede Mahşeriniz ?”
Kemalettin Kamu ise şöyle sesleniyor:
“Burada erdi Mûsâ, burada uçtu İsâ,
Bülbül burada varsa, Hürriyet için öter…
Ne Örümcek, ne yosun, ne mucize, ne füsun,
KÂBE Arab’ın olsun, bize Çankaya yeter…”
Milli şair Behçet Kemal Çağlar, Mustafa Kemal paşa’yı, tıpkı Yunan mitolojisinde olduğu gibi Tanrılaştırıp, Tanrı-insan tiplemesini şöyle şiirleştirmiştir:
“Aslan-insan ve Tanrı, bir arada bu başta,
Kıvılcımlar doğuyor, bastığımız her taş’ta…”
***
“Karaya çıkan İLAH merhaba…”
***
“Doğrudan doğruya ben, dönüp senin KÂBE’ne…”
***
“Adın Besmele’dir, her işimizde…”
***
“Kaç yıldır Türkçeydi Tanrı’nın dili,
İnsana ne ilah ne de sevgili,
Ne de Ana-Baba aratıyordu,
Her an yaratıyor, yaratıyordu…”
Behçet Kemal Çağlar, yazmış olduğu bu dizelerden tatmin olmayınca, Mustafa Kemal paşa için birde MEVLÜT yazayım demiş ve şu uyarlamayı kaleme almıştır:
“Ger dilersiz bulasız od’tan necat,
Mustâfâyı bâ kemâl’e essâlât…
Ol Zübeyde Mustafâ’nın ânesi,
Ol sedeften doğdu ol dürdânesi,
Gün gelip,oldu Rızâ dan hamile,
Vakt erişti, hafta ve eyyâm ile,
Geçti böyle, nice ay, nice sene,
Vakt erişti bin dokuz yüz seksene,
Merhaba ey! Baş halaskar merhaba!..
Merhaba ey! Ulu serdar merhaba!..
Hak teâlâ çün yarattı TÜRK’Ü ilk,
Dedi üç kıtada olsun ona mülk…
Mustafa nûrunu alnına koydu,
Bil,Kemal’in nûru’dur , ol nûr dedi..
Ger dilersiz, bulasız od’dan necât,
Mustafâ’yı bâ Kemal’e essalât…”
Yusuf Ziyâ Ortaç, daha da ileri giderek şu dizelere imza atmıştır:
“Dağlar’ın ardında sönüşü gibi,
Tanrının göklere dönüşü gibi,
Millet’e can veren, vatan yaratan,
Her zaman ırkıma, büyük baş ATAM,
Tanrılaş gönlümde Tanrılaş ATAM…”
Vasfi Mahir Kocatürk, şöyle sesleniyor:
“Peygamber Tanrı’sına, duymadı bu hasreti,
Vermedi bu kudreti TANRI peygamberine…”
“Devirdim ve aradım, asır’ları boşuna,
Ne mümkün bir eş bulmak, ey! Yarım Tanrı, sana…”
İlhâmi Bekir, daha da ilginç bir şekilde sesleniyor:
“İlk adam, mavi gözlerle baktı toprağa,
Toprağın haritasını çizdi bayrağa,
ALLAH değil; O yazdı alın yazımızı…”
ZİYA GÖKALP, şiirlerinde, Allah’ın yüce sıfatlarını Mustafa Kemal’e vermekte bir sakınca görmüyor:
“ O, milli dehâ nın tam kemalidir,
Türk’ün hem Celâl’i, hem Cemâl’idir.
Mefkûre görünmez, O timsâlidir,
Mefkûre ye çattın söyle ne için?
Uyanık bulunun ey! Türk gençleri,
İrticâ sevemez bu tür REHBERİ…”
!930’lu yıllarda, Okullar arası şiir yarışmasında ödül alan şiirler, tamamen Mustafa Kemal paşa’yı İlah’laştıran parçalardan oluşmaktaydı:
Ödül alan şiirlerden örnekler:
“ En büyük imanım şu; Sen Rabbin yarısı’sın,
Yerin üstünde, fakat Türkler’in TANRI sısın…”
“ Selânik’ten yükseldi, İlahların bir eşi,
Kurtulmak, kurtarmakta hâcet yoktu Allah’a…”
İlhan Berk ‘ten bir örnek:
“Allah yazmadı, sen yazdın alın yazımızı…”
Mithat Cemal Kuntay şöyle sesleniyor:
“O’na hicranla… Hayır, sade taabbütle eğil,
Ölüdür doğru, fakat öldüğü hiç belli değil…”
Samsun milletvekili Rûşenî Bakır (Barkın) 1926 yılında, milliyetçilik akımını, yeni bir DİN olarak belirlemiş, “ DİN YOK MİLLİYET VAR” başlıklı yazısında şu konulara değinmiştir:
“… Bizim kutsal kitabımız, bilgiyi esirgeyen, varlığı taşıyan, mutluluğu kucaklayan, Türklüğü yükselten ve bütün Türkleri birleştiren Milliyetçiliğimizdir… O halde felsefemiz de; DİN kelimesinin tam karşılığı ulusalcılıktır… Dünya da TÜRK olmak kadar ONUR var mı? Türk olmak kadar DİN var mı?”
Bu ve benzeri, şiir ve nesir harikalarını! , güncel olarak bu gün itibari ile bile ( 25-01-2017) Kültür Bakanlığı internet sitesi, Atatürk şiirleri bölümünde görmek mümkündür…
Sanat ve edebiyat dünyası başta olmak üzere, hayatın her safhasında, İslâmî değerlerin silinmesi ve yeni bir millet yaratmak düşüncesi içinde olan sistem kurucuları için; İslam değer ve düşünce biçimi, artık devrini tamamlamıştır…
İlerleyen yıllarda İslam karşıtlığı çok ileri boyutlara taşınmış; Basın’da “ ALLAH” kelimesini kullanmak bile yasaklanmıştır…
Kur’an eğitimi, evlerde bile yasaklanmış, en küçük belirti veya ihbar neticesi, evler basılıp hane halkının başına gelmedik kalmıyordu…
İslam harfleri ile basılmış ne tür eser varsa, yakılmış, evlerde bulunan nadide eserler, mezar’lar dâhil olmak üzere nere eminse oraya saklanmıştır…
BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU