Yüce Allah, “ Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik “ bu- yurarak, Resulullah sav efendimize nimet ve vaatlerini be- yan etti.
Bu nimetlerin ilki, devamlı çalmakta olduğu (ihsan) ka- pısını açarak, yaptığın ve yapacağın tüm dualar kabul olunmuştur…
İkincisi ise bu dua sebebiyle “ Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır. “ Bağışlayıp, affetmek dostluk işaretidir…
Üçüncü ise, “ sana olan nimetini tamamlamak için bu fethi sana nasib etti …” ayetidir… Resulullah (sav) efendi- miz, hususi bir makam ve mevkie sahip olduğu için, Hakkın hakikatine daha fazla ulaşmıştır…
Dördüncü ise, “… ve sana şanlı bir zaferle yardım eder… Yardım, saltanat’a ve velayet’e delalet eder… Bu velayet, görüş ve seziş kuvvetidir ki buna nail olan kimse her şeyi HAKK’tan görür ve bilir…
Hz. İbrahim, ateş’e atıldığında, Hz. Musa deniz’e ayak bastığında, Hz. Süleyman Güneş’e emir verdiğinde, Hz. Nuh, Tufan’a hükmettiğinde,
Hz Davut, demir’i hamur gibi yumuşattığında, aynı zamanda o güzel sesiyle dağları bile dile getirdiğinde,
Hz. İsa, ruhları dirilttiğinde,
Hz. MUHAMMED Mustafa sav efendimiz ise Mirac’a giderken gökleri yarıp geçtiğinde, bu (aklın alamayacağı iş- leri) HAKK’ tan görmüş ve bilmişlerdir…
O mübarek insanlar her şeyi, ALLAH’IN emrine tabi ve kendilerini ALLAH’IN kulu olarak bildiler… Her şeye hüküm yürütenin ALLAH olduğunu gördüler… Bu sebeple her şey onların (Resullerin ) emrine boyun eğdi… Onlarda Hakkın emrine boyun eğdiler…
“… Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağış- lamak için bu fethi sana nasib etti…” ayeti için İbn-i Ata şöyle demiştir: Resulullah (sav) efendimiz, Miraç’ta sidretül müntehaya vardığında gördü ki Sidre ağacı Arş’ın üzerin- dedir… Burası Cebrail a.s.’ın durağı ve makamıdır. Oraya vardığı zaman yol arkadaşı olan Cebrail a.s. ayağını geri çekti ve daha ileri gidemem dedi. Bunun üzerine Peygam- ber s.a.v. efendimiz;
“ Ey kardeşim Cebrail, böyle heybet ve azametli bir yerde beni yalnız mı bırakırsın! “ buyurdular…
Bu endişeye karşı Yüce Allah’tan bir hitap gelerek;
“Şu iki- üç adımlık yolda Cebrail ile ünsiyet meydana getirdin de, onsuz kalınca sızlanmaya mı başladın…“ bu- yurdu. İşte “Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını ba-
ğışlamak için bu fethi sana nasib ettik.“ ayetinde sözü edi- len günah, o günahtır… Yani, Başkaları ile olan ülfet ve ünsiyeti senden alıp, seni arıttık… Seni başkalarına muh- taç olmaktan müstağni kıldık… İbn-i Âta, şöyle devam et- miştir;
“Yüce Allah veli’leri ve Peygamberleri küçük bir günah veya zelle ile müptela kılıp imtihan etti… Sonra onlar ku- surlarını bildi ve sızlandılar… Allah onları bağışlayıp affet- ti… Fakat Muhammed Mustafa’yı sav bir perde ile bu hal- den (zelle’den) korudu… Bir zelle işleyip de yalvarıp tevbe etmesine meydan vermedi, onun gelmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladı…
Bu mertebeden maksat muhabbet ve sevgidir ki bu rütbe, diğer peygamberlerin mertebelerinden yüce bir mer- tebedir…
Yüce Allah, “… Gelecek günahlarını da sana bağışla- dım…” hitabıyla, Ümmetinin günahlarını da (belli şartlar dâhilinde ) sana bağışladım… Çünkü onların yegâne ümidi ve rehberi sensin, zira evvel gelen ve sonra gelecek olan ümmetler, ulaşmak istedikleri yere ancak seninle ulaşabilir- ler…” diye tefsir etmiştir…
Ayet-i kerimede geçen nimet kelimesinin anlamı, mu- habbet saltanatını elde etmek demektir…
Nimetin başlangıcı, sevenin sevgisini kazanmayı dile- mektir… İşte bunu başardın mı; Seven biri iken sevilen olursun…
Yüce Allah “…Göklerin ve yeryüzünün orduları Al- lah’ındır.” buyuruyor... Gökyüzünün orduları Meleklerdir…
Yeryüzü nün orduları ise nefisleri ile cihad eden ve ne- fislerini öldüren erlerdir…
Yüce Allah, “Gerçekten biz seni (ümmetine ) şahit ola- rak gönderdik…“ buyurmaktadır. Her konumda, Allahın varlığı ve birliğini kabul ve tasdik için, tevhide şahit olarak gönderdik… “ ve müjdeci” yani Allah’ın affını, müminlere Cenneti müjdeleyici, Bidatten, sapıklıktan “ Kokutucu“ ola- rak gönderdik…
Resulullah (sav) efendimiz ancak Yüce Allahın emri ile müjdeci ve korkutucudur… Kendiliğinden değil. Müjde ve korkunun sebebi, “… Allaha ve Resulüne İman etsinler di- ye…” buyruluyor. Böylece doğru söyleyeni gerçekler doğru kılar… Gerçek bir er haline getirir… “ ona yardım edesiniz, onu büyük tanıyasınız…” Ben kime hürmet edip onu yü- celtti isem, sizde canı gönülden ona hizmet edin ve toplum içinde onun büyüklüğünü belirterek saygı gösteriniz…
Yüce Allah, “ Gerçekten sana bey’at edenler var ya …” buyuruyor… Sana biat ederek ellerini uzatanlar var ya, İşte onlar ellerini Allaha uzatmışlar ve Allah ile sözleşmiş gibi olmuşlardır…
“Allah’ın eli, onların eli üzerindedir…” Allahın kuvvet ve yardımı, o biat edenlerin vefa ve sadakatlerinin üstünde- dir… Allah, o güzel insanların bey’at etmesini dilemesiydi,
onlar bu işi başaramazlardı… Çünkü , “ Kuvvet ve Kudret ancak Cenabı Hakka mahsustur… “
Yüce Allah, “Hani o kâfirlerin Kalp’lerinde coşup kaba- ran kıskançlık, öfke ve cahiliye gayretine sarıldıkları sırada Allah; Resulü ve müminlerin üzerine manevi huzurunu in- dirmişti… Onlara Takva kelimesini de ilham etmişti… On- larda buna layık ve ehil idiler...” buyurmaktadır.
Yani (inanmayanlar) müminlerin imanlarına haset edip kıskanırlar ve “… Bizi şu güzelim yaşayışımızdan ayırmak, uzaklaştırmak istiyorlar, bize işin sonunu ahireti hatırlatmak istiyorlar… “ diyerek, müminleri incitirler… Müminlerin onla- rın yaşamına karışmayacak olmalarını bilmezler.
Müminler ancak dünya ve ahiret hayatını birleştirmek isterler… Örneğin, akıllı bir kimse, tembel ve aynı zamanda cahil olan bir şahıstan bir miktar buğdayı zorla alıp, onun adına, aç kalmaması için ekip hasadı beklerken cahil adam üzülerek, Ne büyük bir haksızlıktır, Buğdayımı elimden al- dılar diye feryat eder…
Tatlılık söz ile olmaz… Hal ile olur. Her kim halka hiz- met etmeyi arzu ederse, onlarla konuşma ve sohbet yön- temini belirler, bunu sağlayacak AHLAK ile ahlaklanır…
Akıllı kimse başına gelecek şeyleri, daha başına gelmeden önce bilen ve gören kimsedir… Ahmak ise başı- na gelmedikçe bilmez…
İMAN can gibidir… Canın bedende kalabilmesi için öl- dürücü zehir ve zehirli maddelerden sakınmak lazımdır… Yüce Allah, tüm hayvanlara, kendilerine zararlı olabilecek şeylere rağbet etmeme içgüdüsü vermiştir… Çünkü onlar- da akıl yoktur... Sakınmayı bilmezler.
Allah, İnsanlara ise kendilerine zarar ve ziyan verebile- cek Şehveti vermiştir…
İman artmaz eksilmez, bunun gibi can’da çoğalıp azalmaz… İnsanın bazen ölü bazen de diri olması müm- kün değildir. Ancak Bir insanın sağlıklı diğerinin de hasta olması mümkündür… İMAN ibadetle birlikte olursa sağ ve sağlıklı, İbadetle birlikte olmaz ise hastadır… Hasta kimse sağlıktan daha çok ölüm’e yakındır…
“…Onlar aralarında ( birbirlerine karşı ) çok merhamet- lidirler…” (ayet29) Yani garezsiz, karşılıksız merhamet müminlerin işidir… Acımalarının çokluğu nedeniyle onlar, filanın derdi benim derdimdir, nasıl kendimi iyileştirmeye çalışıyorsam, onu da iyileştirmeğe öyle çalışıyorum der- ler… Senin ayağına diken batsa, önemli işlerinin hepsini bırakırsın, onunla uğraşırsın. Kardeşin için böyle uğraşman gerek…
Hâsılı Seyyid Burhaneddin veli, Kayseri halkının o sı- kıntılı ve buhranlı dönemlerinde etrafındakilere cesaret ve ümit veriyor, aradan asırlar geçse bile aynı öğütlerden biz- lerinde azami derecede istifade etmesini isteyerek, başarı- nın sırrını şöyle anlatıyor;
Bir işe girişince, bütün gücü, kuvveti, bilgiyi, işletmek gerekir… İnsanlar kötü gönüllü oldular mı, küçücük bir de- rede boğulurlar, ama cesaretle, yiğitlikle koskoca denizleri bile aşarlar, geçerler… Pek az bir iştir ama kötü gönüllü olmamak gerekir…
Hiç kimse, önce bekçilik etmeden padişahlık elde ede- mez. Hz. Yusuf bile kuyudan çıktı da bir mevkie erişti…
Sultan Veled, Seyyid Burhaneddin veli’yi tanıtırken kendisinden şu nakli yapar:
“…Derdi olmayan kul, kul değildir… Toza toprağa bu- lanmamış adamın sözünü dinleme… Kimin derdi fazlaysa, yol alan önde giden odur… Ayağı olmayan nasıl yol alır? “
Seyyid Burhaneddin veli, aklın çalışma ve terbiye ile gelişeceğini şöyle izah eder:
“Akıllar yaratılışta noksan olabilir… Ancak çalışmak ile bir yere varır olgunluğa kavuşur. … Olgun aklı ise biraz ci- lalamak yeter, o akıl kendiliğinden şimşekler çaktırmaya başlar…”
“İnsan, halkla ne kadar karışır, uzlaşırsa, o kadar HAKK’a yaklaşır…”
“Bilgisiz din nedir? Bir benzetiş bir taklit ancak… Malsız yaşayış nedir? Bir alçalış ancak… Ey genç arkadaş! Bilgi ile malı bir arada elde et… Bunlar olmadıkça ömür; Adamı kör ve rezil eder…”
Seyyid Burhaneddin veli, bilgisiz insanın ancak taklitçi olacağını, imanın olgun bir hale gelmesi için bilginin şart olduğunu belirtir… Bu yüzden gençleri, bilgili olmaya ve para kazanmaya teşvik eder… Bilgisiz insanı kör’e benze- terek, mal ve para kazanmayan insanların da toplum içinde değerinin olmayacağını belirtir…
“Zenginlik ise kalan şeydir… Kalmadıktan sonra ona zenginlik denmez… Asıl zenginlik gönül zenginliğidir… Ne- fis ve mal zenginliği değil…”
“Gönül ve irfan ehli olanlar hiç küstahlık etmezler… Yaptıkları işe ücret istemezler… ”…Allah’a güzel bir tarzda borç verin …” ayeti hükmünce, varlarını yoklarını harcarlar, bağışlarlar… Malları varsa onu verirler… Malları yoksa be- denlerini verirler. Kendilerini yakıp yandırırlar, eritirler… Al- lah’a kavuşmaktan başka bir şey istemezler… “
Maariften aktardığımız üstadın öğütlerinden çıkaraca- ğımız netice şudur: Anayurt’larını terk ederek yeni bir ülke- ye göç eden mutasavvıfa, ülkenin fikri gelişimine yardımcı olmuş, yöre halkını irşad ederek kaliteyi yükseltmiş, ahlaki olgunluğa eriştirmişlerdir…
Yönetim zaafı olsa bile, iktidarların selameti için uğraş vermişler, o günün insanına, bağımsızlık ve hür düşünce- nin kıymetini aşılamışlardır… Devlet ve millet bütünlüğü yanında, iman ve düşünce birliğine uğraş veren bu mümtaz şahsiyetler sayesinde, ilerleyen çağlarda imparatorluk ku- rulacaktır…