Mehmet Hüsrevoglu:   "MEVLANA'NIN ÜSTADI SEYYID BURHANEDDIN HZ." Kitabı Sayfa İçeriği

Mehmet Hüsrevoglu

Bu Sayfayı Paylaş; Bu sayfa 706 Kez görüntülendi.

KAYSERİ

Tarihin en eski yerleşim yerlerinden birisidir… Asur- Hi- tit- Kilikya-Kapadokya ve Roma medeniyetlerinin izleri hala tarih olarak karşımıza çıkmaktadır. Şehrin kuruluşu milat- tan önce iki bin beş yüzlü yıllara dayanmaktadır.

Romalılar döneminde, krallar şehri anlamına gelen Kaserya (caesarea) Müslüman akıncılar tarafından Kayseriyye ismine tahvil edilmiştir.

Tarihi ipek yolu üzerinde bulunan, coğrafi konumundan dolayı merkez teşkil ettiği için üzerinde taşıdığı tüm uygar- lıklar için önem arz etmiş, siyaset-ilim –bilim dalında yirmi beş asırdır söz sahibi olmuştur. Şehrin başlangıç tarihi Asur’lular ile başlar.

Milattan sonraki ilk dönemlerde Hıristiyan Kapadokya Krallığı’nın bir eyaleti olan Kayseri Kapadokya Krallığı’nın ikiye bölünmesinin ardından I. Kapadokya’nın başkenti ol- du.

Milattan sonra 395 yılında ROMA İmparatorluğu da do- ğu-batı diye ikiye ayrılınca Doğu Roma Bizans hâkimiye- tinde ortalama üç yüz yıl kaldı…

Belirttiğimiz gibi Resûlullah (S.A.V) efendimizin İstan- bul’u fetheden komutan ve askere övgü hadis-i şerifî ne- deniyle Bizans’a sefer düzenleyen İslam ordularının geçiş güzergâhında olduğu için dokuz kez Müslümanların hâki- miyetine girmiş ancak süreklilik arz etmemiştir.

Evliya Çelebi seyahatnamesinde, İslam ordularının Kayseri’nin feth başlangıcını, Kudus’ün fethi ile birlikte ol- duğunu şöyle açıklamaktadır:

“…Hz. Ömer radıyallahü anh bizzat Küdüs’ü feth  edip,

80.000 askere Halid bin Velir hazretlerini başkumandan ederek, Kayseri’yi feth edip (Kale) içine yeterli askeri koy- duktan sonra Halid, Medineye gider…( Bir müddet sonra) Kayser ülkesi küffarı yine cünüp askerleri ile gelip, bu Ka- le’yi kuşatırlar, Müslümanların tamamını  şehid  ederler… Bu sırada eğimli dağdan, büyük bir ordu mavi renkli san- cakları ile ortaya çıkıp bütün küffarı kırarlar, küffarın pis leşlerinde silah aletlerinden bir yara bulunmaz…

Daha sonra Kayseri şehri bir süre boş ve atıl kalıp, hiç- bir kral istila etmeye cesaret edemedi…

…Ricalü’l Gayb askeri, küffarı kırdığı için hala Kayse- ri’ye yakın olan büyük dağ, Er-ceyş dağı yani erenler askeri dağı demeden meşhur galat ercis (Erciyes) Dağı derler…

Hz.    Muaviye,   Şam’da   Emevioğulları   halifesi    iken

80.000. asker’e Hazret-i Ubeyde bin Cerrahı kumandan ta- yin edip, zorla ve kahren bilek zoru ile Rum keferesi eli ile Kayseri’yi feth eder…

…Abbasi oğullarından el-Mu’tasım Billah’ın Bağdat’ta Hülagu han elinde helak olduğunu Kayser fecereleri du- yunca fırsatı ganimet bilip, yine Kayseri’yi istila ederler…” Artık fetih Malazgirt zaferi ile daimi olarak nasip olacaktır.

Malazgirt zaferinden beş yıl öncesinde AFŞİN BEY komutasındaki İslam orduları Malatya civarında Bizans Or- dusu’nu mağlup edince Kayseri dâhil olmak üzere Anadolu topraklarında İslam hâkimiyetinden söz etmek meşrulaş- mış, asıl fetih ve zafer Malazgirt’ten sonraki döneme nasip olmuştur.

Sultan Alparslan, beraber savaştığı beylerine Fetih topraklarını PAY ederek Danişment Ahmed Gazî’ye Kayse- ri ve çevresini ikta olarak vermiştir…

Kayseri ve civarında ilk Müslüman Türk devleti, Selçuk- lulara bağlı olarak DANİŞMENDLİ beyliği olarak kurulmuş oldu.

Ortalama yüzyılı askın süre içinde Kayseri’de hüküm süren Danişmentliler bu süre içerisinde şehrimize, günü- müze kadar ulaşan kalıcı eserler bırakmıştır. (1071-1178)

Miladî on ikinci asır başlarında Kayseri, Anadolu Sel- çuklu devleti hâkimiyetine girdi. Kırk yıl sürecek Selçuklu hâkimiyetinde Kayseri her yönde altın çağ yaşamış denile- bilir. İmar hareketleri, bilme verilen önem, dini yapılanma ve tasavvufi akımlara özel bir ilgi gösterilmiştir. Seyyid Burhaneddin Veli ve çağdaşı meşhur mutasavvıf ve âlimler bu devirde Kayseri kültür tarihine derin izler bırakmıştır.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin en parlak dönemi şüphe- siz I. Alâaddîn Keykubat iktidarında gerçekleşmiştir. (1219–1237) Selçuklu Devleti iktisadi anlamda güçlenince, dindar ve tasavvufa ilgi duyan sultanları sayesinde her  şehirde medreseler ve tekkeler yapılmıştır. Tasavvufi hayatta üst düzey bir canlılık oluşmuştur.

Anadolu İslam medeniyetinin tesisi ile birlikte Endülüs- Mısır- Suriye – Irak ve Horasan yörelerindeki İslam düşü- nür ve mutasavvıfları özellikle Kayseri- Konya ve Sivas üç- genine yerleşmeye başlamış, kurulan medrese, dergâh ve tekkelerin yetiştirdiği öğrenciler, İslam dünyasında anılma- ya başlamıştır.

Özellikle Orta Asyalı Müslümanların Anadolu’ya göç etmelerinin nedenlerinden biri âdil sultanların yönetimine girmek arzusu yanında, doğuda baş gösteren Moğol tehli- kesine karşı korunmak amaçlı olmuştur.

Putperest Moğol ordusu, Doğu Asya hâkimiyetinin de- vamı olarak Orta Asya’ya yöneldiğinde (M.1215) Türkistan- Buhara- Harezm ve Horasan yöresindeki İslam düşünür ve mutasavvıfları, ilim yok olmasın niyeti ile emin belde olarak şöhret bulan Anadolu’ya yerleşmeye başlamışlardır...

Endülüs İslam medeniyetinin simge isimlerinden Muhyiddîn İbnî Arabî (M. 1240) Avrupa kıtasının bir ucun- dan kalkarak Konya-Kayseri- Şam muhitinde belirli dönem- ler bulunmuş ve güzide öğrenciler yetiştirmiştir.

İslam dünyasında şöhret bulmuş ve yolu bir şekilde Kayseri ile kesişmiş İbnül Arabî’nin öğrencileri gibi başlı başına bir tarikat olan KÜBREVİYYE- SÜHREVİYYE- AHİ- LİK BAYRAMİYE-MEVLEVİYE, Kayseri’de ilgi bulmuş ve mensupları bu şehirde unutulmaz eserler kaleme almıştır.

Alâaddîn Keykubat ile altın çağını yaşayan siyasî ve kültürel yaşamın yanı sıra askeri olarak Moğol istilasına karşı tedbirler alınmış hatta püskürtülmüş, Anadolu toprak- ları yaşanabilen, müreffeh bir medeniyet haline getirilmiştir.

Alâaddîn Keykubat; âlim ve mutasavvıfa büyük ilgi gös- termiş, kendiside yüksek ilim kapasitesine sahip üç dili mü- kemmel konuşan bir sultan idi…

Mevlâna’nın babası Bahaddîn Veled- Şababeddîn Sühreverdî, Seyyid Burhaneddin velî -Necmeddin DAYE-- Evhaüddin Kirmanî- AHİ EVRAN onun zamanında itibar görmüşlerdir.

1221 tarihinde Mahperi hatun, 1227 de ise Melikei Adi- liye ile evlenen Alâeddin Keykubad’ın bu hanımlarından üç oğlu dünyaya gelmişti. Bu hanımlardan ilki Bizans’ın Alaiye hâkimi Kry Vart’ın evlilikten sonra Müslüman olan kızı, ikin- ci eşi, Melikei Adiliye ise Eyyübilerden Melik Adil’in kızı idi…

İbn-i Bibi, Selçuklu sultanının Erzincan ilhakından son- ra (1128) ülkesinin geleceğini dair önemli kararlar aldığını ve henüz bir yaşında olan İzzeddin Kılıç Arslan’ı veliaht, buna karşılık büyük oğlu Gıyaseddin’i Erzincan valisi ola- rak tayın ettiğini bildirmektedir. İbn-i Bibi nin vermiş olduğu bilgilerden, alınan bu kararın on sene sonra yeniden tek- rarlandığı ve hemen akabinde Alâeddin Keykubat’ın öldü- rüldüğü bilinmektedir.

Alâeddin Keykubat‘ın bu şanlı saltanatı fazla uzun sürmedi. 1237 yılında Kayseri’de yazlık sarayında genç yaşta vefat etti... Ölüm nedeni ise taht kavgası, toprak pay- laşımı iddiası, birinci derece yakınlarına sirayet etmiş, Bi- rinci eşi, oğlu, bir kısım vezirlerin dâhil olduğu bir tertiple sultan zehirlenmiştir.

Yabancı elçilerin kabulü sırasında sıcak bir av eti en yakınları tarafından Sultana sunulmuş, av etini zehirli oldu- ğunu fark etmesine rağmen iş işten geçmişti

Sultan, yakınları tarafından zehirlenmesine o denli üzü- lüyordu ki şu an Kayseri Şeker fabrikası sınırları içerisinde olan göl kenarında ki sarayına çekilerek ölümü bekliyor, İhanetin çok büyük olması şifa tedbirlerini almayı bile en- gelliyordu sultan için…

Aladdin Keykubat’ın şehid edilmesi ile olay kapanma- mış, düşmanlık veya aile içi intikam duyguları artarak de- vam etmiş neticede aşağıda tafsilatını vereceğimiz ikinci cinayet işlenerek Sultanın sevdiği eşi Melikei âdiliye’de şehid edilmiştir…

Sultan’ın ani vefatı putperest Moğollar’ın Anadolu’yu is- tila konusundaki iştahını iyice kabarttı… Moğolların kim ol- duğu konusunda kısa bir bilgi verelim:

Cengiz Han, babasının ölümünden sonra devlet baş- kanı olunca, çevresindeki Türk ve Moğol kabileleri toplaya- rak 1206 yılında imparatorluğunu ilan etti… Ölmeden önce de dört oğlunu ülkesini paylaştırdı… Dördüncü oğul Tulihan ilhanlı devletini kurdu… Torun Hülagu ise İlhanlıları imparatorluk haline getirdi…

Hülagu, İran, Maveraünnehir, Suriye, Bağdat’ı ele ge- çirdi daha sonra Abbasi halifeliği ve Selçuklu devleti tarihte örneği görülmemiş bir biçimde Moğol istilası ile medeniyet tarumar edildi…

Alâeddin Keykubat, bu felaketleri endişe ile takip edi- yordu… Anadolu’nun pek çok şehrine surlar inşa etti… Komşu devletlerle saldırmazlık antlaşmaları yaptı… Bu dö- nem, Diyarbakır, Ahlât, Malatya istila edilmiş, Anadolu hal- kını Moğol korkusu sarmıştı… Sultan Moğollar ile de ant- laşma yapmak istedi… Antlaşma zemini oluşmuştu ki yu- karda zikrettiğimiz elim suikast neticesi vefat etti…

Bu vahşetten Kayseri’de nasibini almış, şehir yerle bir edilmiştir. Kayseri’ni Moğol istilası ile adeta tarihten siline- cek düzeyde harap edilmesini başlıca nedenlerinden biri;

Alâaddîn Keykubat’ın ölümünden sonra yerine geçen ve üstün meziyetlere sahip olmadığı için babasının taht va- risi olarak vasiyet etmediği II. Gıyaseddîn Keyhüsrev, başa geçince gerileme ve çöküş dönemi başlamış oldu.

Saltanat tam anlamıyla meşru bir zemine oturmadığı için öncelikle, fevkalade dindar ve üstün meziyetlere sahip üvey annesi Melikei Adiliye’yi Ankara’ya sürdü orada boğa- rak öldürttü, kardeşlerini ise hapsetti…

Yıllar sonra Melikei Adiliye’nin türbesi, kızları tarafın- dan yaptırılarak, sultanın naaşı Kayseri ye nakledildi…

Tarihçi Prof. Dr. Osman Turan, II. Gıyasettin için şu çarpıcı tespitleri yapmaktadır:”... Henüz 19 yaşında, çok genç, eğlence ve sefih bir yaşama düşkün, aklı kifayetsiz, garib bir tabiata sahip, sadece vezirlerin oyuncağı bir şah- siyettir…”

II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in bu durumunu Moğollar bildikleri için, hiç vakit kaybetmeden serhat şehri Erzurum’u işgal ettiler…

Sultan’ın basiretsiz devlet yönetimi, Selçuklu iktidarını sıkıntıya soktu. Görüşülmeden, düşünülmeden ani bir ref- leksle alınan savaş kararı neticesi 1243 yılında Sivas’ın Zara ilçesi yakınlarında bulunan Kösedağ mevkiinde, taraf- lar konuşlandı… Sayıca kendisinden az olan Moğol ordu- sunun öncü birliklerine yenildi. YETMİŞ bin kişilik Selçuklu ordusu savaşmadan bozguna uğradı…

Gıyaseddîn Keyhüsrev, iki tarafın öncü kuvvetlerinin çarpışma neticesi oluşan ilk yenilgi sürecini, sanki DEV or- dunun yenilgisi zannetmiş ve Tokat güzergâhından Konya’ ya doğru kaçmıştır…

Sultan’ın kaçtığını büyük bir şaşkınlık içinde duyan Selçuklu ordusu, neredeyse üç kat asker fazlasına rağmen savaşmadan utanç verici bir şekilde dağılmış, hezimete uğ- ramış, Anadolu kapıları böylece Moğollara açılmış oldu…

Moğol ordusu Anadolu içlerine kadar ilerlerken önüne çıkacak tek kuvvet kalmamış, doğu’dan batı’ya yönelerek Sivas işgal edilmiştir… İşgal, şehrin ileri gelenlerinin şartsız teslim olma garantisi vermesi neticesi az zararla atlatılmış- tır. . Sivas istilasından sonra hedef Kayseri olmuştur.

Şehrin kenar mahallelerini yağmalayan Moğollar iç ka- leye kadar ilerlemiş, şehir halkı, bilhassa âhîler iç kale sur- larını onararak şehri kahramanca müdafaa etmişlerdir.

Artık tüm umutlarını yitirmiş ve geri dönüş hazırlığı ya- pan Moğol ordusu, son savaş günü kale içinde istihbari bil- gileri aktaran gayrimüslim işbirlikçiler sayesinde kale içer- den resmen düşmana teslim edilmiştir.

Moğollar Kayseri Kalesi’ni kahramanca savunan ÂHΠ ve yerli halkı esir alarak MEŞHED ovasına götürmüş ve tamamını şehit etmişlerdir.

Uzun süre şehri terk etmeyen Moğollardan 7 aşiret gü- venlik ve hâkimiyeti tesis için Kayseri’yi mesken olarak seçmiş, başta Erkilet civarı olmak üzere 7 ayrı mahalle ve köylerde iskân alanları oluşturmuşlardır.

Kızık- Kınık- Salur ve Bünyan ilçesi ‘nin bazı köyleri Moğollar tarafından kurulmuş ve zaman içerisinde İslami- yet’i kabul etmişlerdir. Bir kısmı ise yıllar sonra Timur’la bir- likte geri dönmüşlerdir…

Şehir halkı için uygun görülen vergi miktarı 140.000 al- tın civarındadır. Bu meblağ düzenli olarak tahsil edilmiştir..

Kayseri’de uygulanan Moğol zulmünün boyutları tüm tarih kitaplarında felaket olarak nitelenmiştir.

Selçuknâme’de olay şöyle resmediliyor:

“...Bütün askerler şehre girdi… Şehirde buldukları yerli halkın ve askerlerin ellerini bağlayıp hepsini MEŞHED ovasına götürdüler ve katlettiler, evleri yağma ettiler ve tüm şehri yaktılar… Çocuk ve kadınları ise aralarında bölüşüp şehri terk ettiler… “

Tarih-i Aksarayi:

“…Rum memleketinin ocağına düşen ateş, bir semavî afat oldu… Nesiller üzerinde tesiri sezilecek nitelikte sar- sıntılar doğurdu… “ tespitini yapmaktadır…

Müneccimbaşı  tarihi,   Moğolların   Kayseri  mezalimini şöyle anlatıyor:

“Tatarlar Kayseri’ye yürüdüler… Kısa bir muhasaradan sonra şehri savaşsız aldılar…Şehri yaktılar ve yağmaladı- lar..Halkın çoğunu öldürdüler… Kadınları esir aldılar… Kayseri’de teneffüs eden bir canlı kalmadı… Kayseri vahşi hayvanlar yeri oldu… Moğollar yağmaladıkları mal ve esir- lerle ülkelerine döndüler. “

Halit Erkiletlioğlu, Kayseri tarihi eserinde olayları şöyle özetliyor:

“Moğollar ABAKA komutasında kalabalık bir ordu ile Anadolu’ ya geldi…   Elbistan Ovası’ndan Kayseri’ye  girdiler. Müslümanları katletmek isteyen ABAKA’ YA kadılar ve müftüler elçi olarak gittiler ve yalvardılar… Şehrin herhangi bir askeri kuvvete karşı duracak gücünün bulunmadığını ve kendilerine itaat edeceklerini beyan etmelerine rağmen, Moğollar başta Kayseri Kadısı Celaleddin Habib olmak üzere askerlerine genel katliam emri verdiler… çiftçi- as- ker sanatkar- ulema kim varsa katlettiler… “

Moğollar istilası Kayseri için tarihe bir daha örneği gö- rülmemiş YIKIM’A neden olmuştur. Kuruluşundan günü- müze kadar böyle bir katliam ve yıkım bir daha yaşanma- mıştır. Yaklaşık yüz elli yıllık süre içerisinde yaralar ancak sarılabilmiştir.

Katliam sayısı konusunda bazı tarihçiler fevkalade abartılı rakamlar vermesine rağmen o dönem coğrafi ve mesken yapılanması göz önüne alındığında şu sonuç orta- ya çıkmaktadır:

“Selçuklu döneminde KAYSERİ 22 bin, başkent Konya 72 bin, Sivas 57 bin civarında nüfus’a sahip olduğu tahmin edilmektedir… Kayseri de ise özellikle sur içinde yaşayan ve sur dışında bir iki külliye ve yerleşim biriminin dışında meskûn mahal’in olmadığı gözlemlenmektedir… Moğol isti- lasından önce 25–35 bin aralığında nüfus’a sahip olduğu bilinmektedir…”

Bu hesaplamalar eşliğinde Şehit olan nüfus sayısını 10 ila 20 bin civarında olduğunu belirtmek, sağlıklı bir yakla- şım olabilir…

Tarihçi Ahmet Akşit; Kıyıma uğrayan Müslümanların naaşının, şehre daha uzak kalan Erkilet altı değil( meşhed ovası ) , kadim mezarlık bölgesi olan bu günkü Kartal mev- kii, muhtemelen Seyyid Burhaneddin mezarlığında medfun olduklarını belirtmektedir. Şehrin her iki yakasının meşhed ovası diye adlandırılması ihtimal dâhilindedir…

İstila sonrası kendisine özgü bir medeniyet tesis   eden

şehirden eser kalmamıştır.

Moğol istilası ile Selçuklu Devleti tamamen bir çöküş yaşamış, yıkımdan etkilenen diğer Selçuklu şehirleri, Mo- ğollarla ağır vergi antlaşmaları yaparak yıkımdan kurtul- muştur.

Kayseri bir asır sonra ERATNA Beyliği’nin hükümran olması ile yaralar sarılmış, siyasi ve beşeri düzen, ancak Osmanlı Beyliği’nin kuruluş yıllarına tekabül eden dönem- de tesis edilmiştir.

Bu mihnet yıllarında Seyyid Burhaneddîn Velî ve son- raki dönem mutasavvıfları insanlara tevekkül- rıza ve ümit içinde yaşamayı aşılayarak Kayseri halkı için en fazla ihti- yaç duyulan ruhî ve manevî iklimi oluşturmuşlar, halk ara- sında düzen ve huzur aşılamışlardır.

MOĞOL ve Haçlı seferleri ile her türlü olumsuz savaş koşullarına alışan ve bilinen Anadolu halkı bu dönemden sonra bağrından Osmanlı Beyliği’ni çıkarmıştır.