Mehmet Hüsrevoglu:   "MEVLANA'NIN ÜSTADI SEYYID BURHANEDDIN HZ." Kitabı Sayfa İçeriği

Mehmet Hüsrevoglu

Bu Sayfayı Paylaş; Bu sayfa 3160 Kez görüntülendi.

KÜBREVİYYE

Necmeddin Kübrâ, tasavvuf tarihinde tarikatlar dönemi denilen, Hicrî altıncı asrın ikinci yarısı Türklerin çoğunluk olarak yaşadığı Harezm bölgesinde yaşamış ve yöre halkı- nı irşad etmiştir. Yetiştirdiği öğrencileri daha sonraki dö- nemlerde çağın seçkin mutasavvıf şahsiyetleri olmuşlar- dır…

Türklerin İslamiyet’i kabul edişinden sonraki dönem- lerde, halkın üst düzey dini yaşamında, tasavvufi akımların etkisi büyük olmuş, İbadet ve ahlak bağlamında, mürsidler örnek yaşamlarıyla toplumu fiili olarak eğitmişlerdir.

Hoca Ahmed Yesevî – Abdül Halik Gücdüvani – Necmeddin Kübrâ – Ebul Hasan Aşık(Hasan Endakî ) gibi mürşidler çağa damgasını vurmuşlardır.

Necmeddin Kübrâ Hicrî 540 tarihinde Harezm’e bağlı HİVE kentinde, ticaretle uğraşan zengin bir ailenin çocuğu olarak doğmuş, ilköğreniminden sonra dini ilimleri öğren- mek için o dönem ilim merkezleri olan Nişabur, -Hemedan- İsfehan- Mekke- İskenderiye- Bağdat- Tebriz’de eğitimini tamamlamış, kırk yaşına kadar gurbet ortamındaki ilmi   ve tasavvufi ilerleyiş tamamlanınca ülkesine dönerek halkını irşad’a başladı…  Büyük bir ilgi gördü…

Bu günkü Türkistan özellikle Harezm bölgesinde, ehli- sünnet geleneğinin sarsılmaz bir şekilde kökleşmesini sağ- lamıştır… Hicrî 618 tarihinde ülkesinde vefat etti…

HAREZM bölgesini coğrafi olarak tanımlamak gerekir- se, Horasan ve Meveraünnnehir’e komşu bölgedir. Bugün- kü konum itibari ile Türkmenistan-(Merv ve serahs ) Afga- nistan (Belh ve Herat) ve İran toprakları olarak tarif edilebi- lir.

Hicrî 7. Yüzyılda Anadolu’da yaygın hale gelen tasav- vufi düşünce, iki ekolden oluşmaktadır.

  1. IRAKÎLER: Arap yarımadasından gelen tasavvufi düşünceleri, dünyevileşmekten kaçınma (zühd) ve takva olan ahlakçı sufîler ve ARİF sufîlerin temsil ettiği çizgidir… Cüneydî Bağdadî- Beyazıd-î Bestamî- Muhyiddin-i İbnî Arabî – Sadeddin Konevi bu çizgi için örnek verilebilecek şahsiyetlerdir.
  2. HORASANLILAR: Orta Asya içlerinden gelen Harezm ve Maveraünnehir bölgesinde yetişmiş şahsiyetle- rin öncüleri, daha önce belirttiğimiz gibi Ahmed Yesevî- Abdülhalık Gücdüvanî - Necmeddin Kübrâ-Şihabeddin Sühreverdi- Behaüddin Nakşibend- Behaüddin VELED- Burhaneddin Muhakkık TİRMİZÎ’dir. ..

Kübreviyye tarikatı KAYSERİ için özel bir mekândır. Necmeddin DAYE – Mevlana’nın babası Bahaddin    Veled ve Seyyid Burhaneddin Muhakkık TİRMİZÎ bu tarikatın Anadolu’daki temsilcileridir. Ve halkın yaşamını tasavvufi hayatını derinden etkilemişlerdir.

Kübreviyye ve Sühreverdiyye gibi iki önemli tasavvufi ekol, Mevlana Celâleeddin Rumî dönemine kadar ilgi gör- müş ve sonraki dönemlerde Mevlevilik için de erimişlerdir. Bu nedenle Kübreviye tarikati üzerinde detay aktarım yapı- lacaktır…

Necmeddin Kübra’nın 12 seçkin vekilinden biri,  Sultanül ülema Bahaüddin Veled, onun biricik vekili Seyyid Burhaneddin veli sıralaması yapıldığında, Seyyid Burhaneddin veli’nin büyük mürşidi doğal  olarak Necmeddin Kübra olmaktadır.

Ayrıca, Kübrevi tarikatı, Sultan Yıldırım Bayezid Han’ın damadı Buharalı Emir sultan hazretleri ve halifeleri ile Bur- sa yöresinde 16. yy a kadar hayatiyetini sürdürmüştür.

Tasavvuf tarihinin iki önemli şahsiyeti Ahmed Yesevî  ve Abdülkadir Geylanî’den sonra tarihi oluş içinde Türk İs- lam dünyasının tanıdığı ikinci büyük mutasavvıf  Necmeddin Kübrâ olmuştur…

Abdulkadir Geylani nin, Kadiriyye- Nakşibendiyye eko- lünün sistematik üstadı olarak yazdığı eserler Arapça’dır.

Ahmed Yesevî ekolü ise Türkçe eserleri ile meşhurdur. Ancak ehl-i sünnet İran ekolü edebiyat ve siyaset dilinde üstünlük sağlayınca sonraki nesil Farsça eserler vermeye başlamıştır.

Necmeddin Kübra’yı; kaynaklar ve” Seyyid-üs Şüheda vel evliya” olarak tanımlar. Bu önemli sıfatı almasının ne- deni, Moğol istilasında yurdunu kahramanca savunup şe- hit olmasından kaynaklanmaktadır.

Cengiz Han‘ın önderliğini yaptığı Moğollar, Necmeddin Kübrâ döneminde çevre ülkeleri istila amaçlı dev bir ordu ile askeri alanda yükselişe geçtiler. Miladî 1215 yılında Çin ‘i istila ettiler. Kısa bir süre sonra (M.1220) Moğol ordusu yönünü İslam topraklarına çevirdi… Buhara, Semerkant ve Tirmiz şehirleri Moğolların hâkimiyetine girdi.

Harzemşah Devleti ve İslam’ın ilk Rönesans dönemleri olarak nitelenecek bir medeniyet imha edildi…

Müslüman halk Moğollara teslim olmamış, tarihte eşi- ne az rastlanan bir kahramanlıkla, kendinden kat ve kat üs- tün olan Moğol ordusuna beş- altı ay direnmiş, ev ev, ma- halle mahalle savaş devam etmiştir.

Dayanma gücü kalmayan Müslümanları, tarihte bir eşi bulunmayacak türde toplu kıyıma maruz bırakan putperst Moğol ordusu, bu vahşetle de yetinmeyerek, Ceyhun neh- rinin su bentlerini açarak tüm şehir su altında bırakılmıştır.

Tarihçi İbn-ül Esir, Moğol istilası hakkında şu çarpıcı tespiti yapmaktadır: “ Eğer bir kimse; ALLAH, Âdem a.s.’ı yarattığından bu güne kadar İnsanlık bu kadar sarsılma- mıştı diye bir ifade kullansa, doğru söylemiş olur… Çünkü tarih bu felakete benzer bir olay kaydetmemiştir…”

Tarihçi HODGSON felaketi şu sözleri ile özetler:

“Kim ne derse desin, böylesi bir TERÖR daha önce hiç vaki olmamıştır…”

Moğol istilası ile birlikte Orta Asya bölgesinde katledi- len Müslüman sayısı 700 bin olarak ifade edilir.

İslam medeniyetinin Rönesansı olan bu bölgede kuru- lan devasa kütüphaneler, yeryüzünün en büyük kitap re- zervini oluşturmuştu… Dönemin büyük ilim merkezlerinden MERV şehrinde ON büyük vakıf kütüphanesi vardı…

Moğolların tahrip ettiği ve yaktığı kütüphanelerden ka- çırdığı kitapları bir mağaraya saklayan Nasireddin Tusî; Daha sonra 400 bin ciltlik bir kütüphane ve rasathane kur- ması, o devir için nasıl bir ilim ve kültür birikimi olduğunu belirler… Yıkımdan kaçırılan kitap bu kadarsa imha edilen- ler ne kadardı sorusu önemlidir…

İslam dünyasından başlayıp, şehrimize kadar dayanan Moğol istilası konusunda ülkemizde tüm tarihi kaynaklar, olayların vahim tarafını örtme ve bu elim olayı güncele ta- şımamak için çaba sarf etmektedir.

Cengiz Han ve Moğollar, neredeyse ecdat yerine ko- nulmakta ve kahramanlıkları ile övünülmektedir.

Tarihi gerçekler, birtakım çevreler nezdinde kahraman muamelesi gören Cengiz Han ve Moğollar’ı, birinci İslam medeniyetinin yıkımı ve 700 bini Orta Asya olarak olmak üzere 1 milyon Müslüman’ın katlinden sorumlu tutmakta- dır…

Özellikle Orta Asya bölgesi (Harzem, Hazarlar, Maveraünnehir) bir daha medeniyet merkezi olma ayrıcalı- ğına kavuşamamış, yaraların tedavisi iki asır sürmüştür…

Necmeddin Kübra bu hengâmeli dönemde irşad faali- yetlerine devam ederken Moğollar Harzem’i istila eder… Katliamlar başlayınca, ilim yok olmasın niyeti ile, 600 seç- kin öğrencisini Harzem’den hicret ettirmiş ve Allah yolunda hizmete devam etmelerini emretmiştir. Kendisi, ilerlemiş yaşına rağmen savaşmaya karar verir.

Kaynaklar bu elim olayı şöyle naklediyor:

“…Küffar Harzem’e geldiğinde Şeyh öğrencilerini top- ladı. 600 kişi kadardılar… Şöyle hitap etti: Tez kalkınız… Memleketlerinize gidiniz! …

Doğudan çıkan bu yalın ateş, Batı’ya kadar yaklaşmış- tır. Bu afet büyük bir fitnedir. Ümmet içinde bundan daha büyüğü görülmemiştir…” dedi… Öğrencilerinden bazıları şeyh neden dua etmez diye sordular şöyle buyurdu: “ Bu bir hüküm-i Kazadır, def’i mümkün değildir...” ülkelerine gitmek durumunda olan öğrencileri neden şeyh bizimle hic- ret etmiyor diye düşündüklerinde;”… Ben burada şehid ol- mayı Allah’tan(c.c) niyaz ediyorum. Bana, başka bir yere gitmeye izin yoktur…” dedi.

Kalmalarını istediği bir kısım müritlerine hitaben; “Geliniz Allah(c.c) yolunda, O’nun ismini yüceltmek için

savaşalım “ Diyerek, zırhını giydi…

Kâfirlerle kahramanca çarpışırken, ok yağmurunun al- tında bir ok göğsüne isabet etti… Dua ve niyazı kabul ol- muş olarak şahadet şerbetini içti… Bu kahramanca  direniş nedeni ile kendisine Seyyid’üs Şühedâ unvanı layık görül- müştür.

Tasavvuf düşüncesinde derin izler bırakmış olan Necmeddin Kübra; ehl-i sünnet itikatına ve şer’i kuralarla sıkı sıkıya bağlı, şeriat tasavvuf ikileminde bütünlük ve dengeyi esas alan ve müritlerini bu doğrultuda yetiştiren bir Üstad’ dı…

Allah’a ulaşma konusuna insanları belli kalıplar içine sıkıştırmadan, her insanın kendi meşrebine uygun olan bir yolu benimsemesi gerektiğini beyan eder ve bu usul üzeri- ne irşad faaliyetine devam ederdi.

İnsanoğlunun Allah’a ulaştıran yolların mahlûkat’ın ne- fesleri sayısınca olduğunu ifade ederek asıl amacın Allah ile bir olabilme yeteneği olduğunu belirtmiştir.

İnsanı veli mertebesine ulaştıran manevî yolculuğun temelde üç aşamada cereyan ettiğini belirtmiş ve bu üçle- meyi ŞERİAT-TARİKAT- HAKİKAT olarak sınıflandırmıştır. Bu tertibi şu güzel örnekle izah eder;

Şeriat gemi gibidir… TARİKAT, deniz gibidir… Hakikat ise inci gibidir… İnciyi elde etmek isteyen denize açılır ve onu elde eder… Bu sıralamaya uymayan İnci’ye ulaşamaz. Mürit için gerekli olan ilk sıralama şeriattır.

Şeriattan maksat, Allah ve Resulü’nün emir ve yasakla- rıdır…  Abdest- Namaz- Oruç – Hac-Zekât -Haramları  terk

– Helal olanı istemek, diğer emirlere uymaktır…

Tarikat; Bütün dünyevi menzil ve makamlardan uzak kalmak ve kişiyi Allah’a yaklaştıracak olan TAKVA’ya sa- rılmaktır.

Hakikat ise gayeye ulaşmak, tecelli nurunu müşahede etmektir.

Bu üç temel tasavvufi ölçüyü zihinlere nakşetmiştir… “Allah’a ibadet ŞERİAT, Allah’ın huzuruna varmak  TA-

RİKAT, Allah’ı müşahede etmek ise HAKİKÂT ‘tir.

Şeriatın temizliği su ile TARİKAT’ın temizliği kalbi kötü düşünce ve alışkanlıklardan arındırmakla, HAKİKAT’in temizliği ise ALLAH’tan başka her şeyden ayrı kalmakla olur. ” Ölçüsünü koymuştur.

Necmeddin Kûbrâ, müritlerine, fazla yemek yeme alış- kanlığını yavaş yavaş azaltarak az yemeği prensip edinme- lerini;

Mürşid-i Kâmil’e tam bir muhabbet göstermelerini, emir ve tavsiyelerine riayet etmelerini;

Sürekli ABDEST’li bulunmalarını, genellikle oruç tut- mayı, çok konuşmaktan kaçınıp, sürekli Allah ile beraber olmayı, zikr-i daime dikkat edilmesini, kalplerin Allah’a bağ- lanmasını;

Şeyhe itiraz etmeyi terk etmelerini, kalbe gelen şeytani ve nefsani duyguları atmayı tavsiye etmiştir.

Zamanının büyük bir bölümünü müritlerine ayıran üstad, eğitim ve öğretim hayatının yanı sıra günümüze ka- dar ulaşan önemli eserler vermiştir.

Necmeddin Kûbrâ kısa ve pratik gayeler güden, sorun çözücü eserlerinde en etkili olanı usulü AŞERE dâhil olmak üzere yaklaşık Arapça on, Farsça sekiz eseri günümüze kadar ulaşmıştır.

Özellikle küçük bir kitap olmasına rağmen asırlardır ta- savvufi ahlak ve düşünce konusunda oluşan anayasal de- ğerlerin günümüzde bile geçerliliğini koruması üstadın önem ve şöhretini korumuştur. TASAVVUFİ hayatta ilerle- me için gerekli olan on usul şunlardır:

  1. TEVBE: Allah katında yasak olan işleri terk edip bir daha yapmamaya içtenlikle niyet etmek olarak tanımlanır. Bu erdemli davranış için üç şart gerekir.
  2. Pişmanlık
  3. Geçmişe yapılan hataları terk c)Tekrar aynı hatalara düşmemek

Necmeddin Kûbrâ, kulun kendi iradesi ile Allah’a yö- nelmesi bu yolun ilk adımıdır. Sağlam bir kararlılık gerekir. Kul öncelikle geçmiş günahlarından tevbe etmesi gerekir demektedir.

  1. ZÜHD: Uzak durmak-rağbet etmemek- anlamına gelir. Cüneyd Bağdadi,”…Elde malın, kalpte mal sahibi ol- ma arzusunun bulunmamasıdır. “  diye tarif etmiştir.
  2. TEVEKKÜL: Güvenme -bel bağlama, vekil tayin et- me anlamına gelir. Tasavvufi tanım olarak; “Allah katında olanlara güvenme ve insanların ellerinde olan şeyden ümi- di kesmektir.”

Necmeddin Kûbrâ; “Tıpkı ölü gibi Allah’a güvenerek, bütün sebep ve tedbirlerden uzak durmaktır.” diye tarif et- miştir.

Kur’an bu tarifi şöyle kesinleştirir. “Kim Allah’a tevekkül ederse O, ona yeter…”

  1. KANAAT: Az olanla yetinmek, zaruri ihtiyaçların dı- şında, istek ve arzulardan arınmaktır. Cenabı Allah’ın “Yi- yiniz içiniz, israf etmeyiniz…” (araf/31) emri gereğince, ye- me—içme ve mesken konusunda israf etmemektir… KA- NAAT; Bolluk veya darlık söz konusu olmaksızın her za- man kalbin tatmin olmasıdır.
  2. UZLET: Belirli şartlar dâhilinde kalabalıklardan uzak- laşmaktır.
  3. ZİKRİ DAİM: Allah’tan başka her şeyi unutmak de- vamlı onu zikretmek.
  4. TEVECCÜH: Yönelmek anlamına gelen bu kelime tasavvufi anlam olarak sadece Allah’a yönelmek olarak ta- nımlanmaktadır.
  1. SABIR: Tahammül ve dayanma anlamına gelen sa- bır, emir ve yasaklara uymaya, gelebilecek bela ve husu- mete tahammül ve isyan etmeme, nefsin alıştığı ve tiryaki- si olduğu şeyleri kısmak ve bu yolda sebat etmektir.
  2. MURAKABE: Bir kulun, Allah’ın her konu da kendi- sini denetlediğini ve kalbinden geçirdiği her türlü hesap ve düşünceyi bildiğini unutmamasıdır…
  3. RIZA: Hoşnut ve memnun olmak anlamında gelen bu kelime, Allah’ın her türlü fiil ve takdiri karşısında kalbin sakin olarak kalması ve ondan gelene razı olması demek- tir.

Allah ile kul arasında ki en güzel huy rıza ve teslimiyet- tir. Bu makamın ilahi yardımla elde edildiği muhakkaktır… Bu makama erişmek için İBADET’E devam, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı tam bir uyum içinde olmak şarttır.

Necmeddin Kûbrâ’nın bu risalesini İbrahim Hakkı Bursevî hazretleri Türkçemize kazandırmış, böylece Os- manlı sınırları içerisinde risalenin şöhreti daha da artmıştır. İbrahim Hakkı Bursevî, risaleyi şerh ederken kendi şiirle- rinden örnekler sunmuş, hikmet dolu manzumelerle okuyu- cusuna rehberlik etmiştir

Necmeddin Kûbrâ konusunda ön giriş yapmamızın başlıca nedeni, gerek düşünceleri, gerekse müridleri kanalı ile Anadolu ve özellikle Kayseri kültür ve tasavvuf hayatına önemli katkılar yapmış olmasından dolayıdır.

Kayseri ve çevresinde mürid bazında sayısal bir ya- yılma sahası bulamasa bile fikirleri her zaman ön planda olmuştur.

Bu tesir sahasının en önemli sonucu mevlevîliktir.

Nefahatül Uns’e göre Mevlâna’nın babası, sultan-ül ulema Bahaaddin-i Veled ,Necmeddin Kûbrâ’nın seçkin müridleri arasındadır. Ayrıca Anadolu toprakların da 35 yıl kalan ve Kayseri’de önemli eserlerini yazan Necmeddin DAYE’de Üstad’ın on iki seçkin müridinden birisidir…

Genç yaşında Sultan-ül ulema Bahauddin Veled’e intisab eden Burhaneddin Muhakkık Tirmizî, kübrevi ekolü ile yetişmiştir. Sultan-ül ulema Bahauddin Veled tasavvufi bağlamda Seyyid Burhaneddin Veli’yi kendisine vekil bı- rakmıştır. Öğrenci yetiştirme konusunda binlerce denilecek rakamdan bahsedilebilir… Ancak mürşid- mürid ilişkisinde sadece Seyyid Burhaneddin Veli’yi seçmek önemli ve an- lamlıdır.

Tasavvuf tarihinde başlangıçtan miladî 1300’lü yıllara kadar seçkin mutasavvıfların isimlerinin zikredildiği tüm eserlerde altı büyük üstadın Kayseri ile temasları olduğunu müşahede etmekteyiz. Bunlar sırası ile hicrî ve miladî vefat tarihlerine göre:

  1. Bahaddin Veled (628-1230)
  2. Şihabûddin es Sûhreverdî (632-1235)
  3. Muhyiddinî İbni Arabî (638-1240)
  4. Seyyid Burhaneddîn Muhakkık el- Tırmizî (638- 1240)
  5. Necmeddin Daye (654-1256)
  6. Sadrûddin El Konevî (673-1274)

Kayseri de kurumsal olarak İRŞAD faaliyetlerine de- vam eden, kökü Selçuklu ya dayanıp Osmanlı döneminde meşhurlaşan tarikatlar şunlardır:

EKBERİYYE tarikatı: Muhyiddin ibn-i Arabi kökenli , Sadreddin Konevi ile sistemleşmiş, Osmanlı döneminde Davud-ı KAYSERİ ile şöhret bulmuştur.

BİSTAMİYYE tarikatı: 1349 yılında Kayseri de dün- yaya gelen, Şeyh Hamid-i Veli, Somuncu Baba lakabı ile Osmanlı döneminde şöhret bulmuştur. Kayseri de belli bir dönem irşad faaliyetlerinde bulunduktan sonra Bursa ya göç ederek fırıncılık yapmaya başlamış, bu nedenle mes- leği ünvanı olmuştur…

Sultan I.Bayezit’in yakın dostu olan somuncu Baba, inşaatı yeni biten Bursa Ulu camisini sultanın ricası ile iba- dete açmış ve ilk vaaz kendisine nasib olmuştur…

Hacı Bayram-ı Veli, üstadın en önemli müridlerinden olup, Bistamiyye tarikatı, Hacı Bayram-ı veli nin çok daha fazla şöhret ve mürid bulması nedeni ile BAYRAMİYYE ta- rikatı içinde erimiştir…

BAYRAMİYYE tarikatının en önemli temsilcisi ise Kayseri de medfun, İbrahim TENNURİ hazretleri olmuştur.