Orijinal deyimle İstiklal yeni versiyonla kurtuluş savaşının kazanılmasında, belirttiğimiz gibi en büyük etken DİN gayreti olmuştur… Yeri geldiğinde silahsız olarak sadece İMAN kuvveti ile düşman İslam topraklarından atılmıştır…
Kurtuluş savaşına komuta eden tüm üst rütbeli askerler, içlerinde inanmayanlar olsa bile tamamen dinî duygulara hitâb etmiş, HİLÂFET’in kurtuluşu için savaşıldığı açıkça ilan edilmiştir…
HİLAFET İslam toplumunun onur’u sayılmaktaydı… Büyük-küçük aklı başında hiçbir Müslüman bu onur’un zelîl olmasına müsaade edemezdi…
Balkan savaşlarında; Komutanların siyasi görüş ayrılıklarına düşüp kamplara ayrılması- basiretsizlik-İttihad ve terakki zehrinin vücuda yayılması gibi devasa etkenlerden dolayı Ordu bir hiç uğruna mağlûb olmuştur.
Konu iman ve İslam olunca, durum zaruri bir hal almış, Dinin bekası için kıyâm eden; Dinine-diyanet’ine-Halife’ye tam bağlılık içinde olan ümmet Cihad’a koşmuştur…
Ya şehîd ya gâzi olacağım diye Mehmet Âkif’in ifade ettiği gibi “ İman dolu göğsünü, düşmana siper ederek “ savaş kazanılmıştır…
Milli mücadeleye katılan gazeteci ve gözlemcilerin ortak kanaati şöyle oluşmuştur:
“… İstiklal harbinin muhtelif cephelerinde, bütün zaferlerinde, İslam dininin; En dehşet verici ve en mübarek hamle kaynağı olduğuna asla şüphe edilmemelidir…”
İstiklal savaşı, resmi tarih kitaplarının yazdığı gibi üç beş komutan ve subaylara bağlı askerler tarafından değil, yurt sathında topyekûn Medrese ve tekke’lerin kıyamı neticesi ülke halkı irşad edilerek, Cihad’a davet edilerek Ordu-Millet el ele savaş kazanılmıştır…
Büyük millet meclisi kurulmadan önce Anadolu halkı; Mustafa Kemal paşa’ya, Batıcı ve İslam karşıtı diye şüphe ile bakıyordu. Ancak Mustafa Kemal paşa, onlardan daha fazla; Dindar-muhafazakâr ve Hilafet yanlısı gözükerek bu şüpheyi, proje bazında teorik olarak bertaraf etmiştir…
DÎNÎ gayret olmaksızın savaş kazanılmayacağını tüm komuta kademesi gayet iyi bilmekteydi…
Askerî yapılanma ve Komuta kademelerini küçümseme gibi bir iddiâ abes’le iştiğaldir… Ancak savaşı kazanan oluşumun temelini teşkil eden; Ulemâ ve mutasavvife’yi YOK saymakta bir İNKÂR politikasından başka bir şey değildir…
Anadolu toprağındaki, inanan insanların imani sorumluluğu gizlenmeye çalışılmakta, İslâmî hassasiyetler itibarsız kılınmak için bilinçli olarak Din adamları ve mutasavvife yok sayılmaktadır…
“…Millet her şeye rağmen, yedi cephe’de dokuz ordu birlikleri ile savaşmış, başı sarıklı, eli tesbihli, artık yetmiş yaşına merdiven dayamış, pîrî fânî dini önderler bile savaşa katılıp ne görev verilirse yerine getirmişlerdir.
Anadolu ve Rumeli’de faaliyet gösteren tüm tarikatlar, bağlılarını (mürid’lerini) savaşa katılmaya teşvik etmiş, hatta Mevlevî dervişlerinden oluşan “Mücâhidîn-i Mevlevî “ alayı kurulmuştur. Diğer tarikat mensupları, Dördüncü kolordu emrine verilmiş ve muhtelif cephelere gönderilmiştir.
Erzurum ve Sivas kongrelerinde alınan ilk ve son karar: “ MAKAM-I HİLÂFET VE HANEDANİ OSMÂNÎ’nin kurtarılması …” olmuştur.
Sultan Vahidüddîn, Anadolu ya ulaşması için, Mustafa Kemal’e bizzat görev emri çıkartmış, ciddi anlamda parasal yardım yaparak, Anadolu’ya pâdişah fermanı ile diğer bir anlamda vekil olarak göndermiştir.
Mustafa Kemal, ilk olarak Samsun ve havalisinden başlayarak ziyaret ettiği tüm beldelerde; Bir çok aşiret reisi, şeyh ve din adamlarına göndermiş olduğu telgraflarında: “… Hilafet ve Dîn-i islâmiyye’ye…” bağlılığını özellikle yemin ve dua ile beyan etmiştir…
Anadolu toprakları, işgal kuvvetleri tarafından işgal edilmeye başlayınca, bu zillet’e dayanamayan bölge halkı, kendi bölgelerinde bulunan Dinî bir liderin öncülüğünde kenetlenerek, direniş örgütleri kurup düşmanla savaşmaya başlamışlardır…
Müdafaayı Hukuk cemiyetleri, Din adamları başkanlık veya önderliğinde işgal edilen her bölgede kuruluş çalışmalarını tamamlayarak, gerek hukuki zemin içerisinde gerekse, gerilla faaliyetleri kapsamında kendi bölgelerlinde Direniş’e başlamışlardır… Bu faaliyetler Cihad-ı Ekber yani Allah yolunda en büyük savaş olarak algılanmıştır…
30 Ekim 1918 Mondros mütarekesi ile Anadolu fiilen işgal edilmeye başlanmıştır. 1919 yılında egemen güçler Batı Anadolu işgalini Yunanistan’a havale etmişler ancak topraklarımıza ayak basar basmaz karşısında ümmet-i Muhammedi bulmuşlardır…
İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgal edileceği duyulunca, İzmir halkı dînî önderlerinin etrafında toplanarak silahlı direniş kararı almışlardır…
İzmir müftüsü Rahmetullah Efendi önderliğinde: Burhaniye—Edremit—Tire—Manisa—Kırkağaç—Turgutlu—Havran bölgelerinin din adamları halkı, işgale karşı direnmeye, Cihad-ı ekber için savaşmaya davet etmişlerdir…
Sakallı Nureddin paşa, İzmir milletvekili ve 17. Kolordu komutanı olarak, devlet ve millet bütünleşmesine ciddi çaba sarf etmiş, Batı Anadolu müftülerini, vatanın kurtuluşu konusunda rehberlik yapmaları için göreve davet etmiştir…
Yunan işgaline karşı ilk isyan bayrağını çeken İzmir müftüsü Rahmetullah Efendi olmuştur…
Ulemâ tevâzuları gereği yapmış oldukları kahramanlıkları sadece Allah’ın bilsin niyeti ile yerine getirdikleri için içerisinde riyâ ve gösteriş olmayan FARZ olan bir kulluk bilinci olarak değerlendirmişlerdir.
Denizli müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, Burhaniye müftüsü Mehmet Muhib bey, Edremit müftüsü hafız Cemal efendi, Tire müftüsü Sunullah efendi, Manisa müftüsü Âlim efendi, Havran müftüsü Hakkı efendi, İşgale karşı malları ve canları ile CİHAD’a iştirak etmiş, halka önder olmuşlardır…
İşgalci yunan güçleri, müftü ve din adamlarımızın çoğunu kahramanlıklarından dolayı gıyaben idam’a mahkûm etmiş ve yakalama emri çıkarmışlardır.
İzmir’in işgal edilmesi tüm ülke sathında şok etkisi oluşturmuş, Cihad ruhu dalga dalga başta İstanbul olmak üzere yurdun tamamına yayılmıştır…
İstanbul’da işgal edilen topraklarda, yunan zulmü duyulmaya başlayınca, Üniversite öğrencileri okulları boykot ederek, protesto mitingleri başlatmış, bu duyarlılığa esnaf ve tüm İstanbul halkı katılınca devâsa mitingler tertib edilmiştir…
Mitinglerde konuşmacı olarak, ilerleyen yıllarda Din karşıtlığı ile meşhur olan Sabiha-Zekeriya Sertel çifti bile dinî duygulara şöyle hitab etmiştir:
“…ALLAHIM !.. Ak saçlı ihtiyarlar, bağrı yanık analar, gönlü yaralanmış yetimler, bütün Türk ve Müslüman kulların hep birden dua’ya geldik… Sesimiz sana, minâreleri memleketin bütün Müslüman dünyasına ses veren mâbetlerinden yükseliyor… Kalbimizi sana açtık…Müslüman ruhunu temsil eden camilerine, Haç diktirme Allahım!..Yedi yüz seneden beri , minarelerinden okunan ezan sesine bizi hasret etme Allahım..Yedi yüz seneden beri denizlerin hâkimi, Şark’ın hükümdarı olduk,bizi düşmanlarımıza esir eyleme Allahım!..Hükümrân olduğumuz topraklarda bizi süründürme Allahım…Yüz milyon Müslüman Halifesi , Hz. Peygamberin vekilini zâlimlere esir etme yâ Rabbî…”
Bu içten dua metnini aynen aktarmamızın sebebi savaş sonrası, hem Cumhuriyet gazetesi, hem de Kominist parti kurucusunun yakarışı olmasından dolayı önemlidir…
İstanbul halkı, Fâtih- Sultan Ahmet- Beyazıt camilerinde kılınan Cumâ namazı çıkışında, devâsâ birlik ve kardeşlik uyumu içerisinde, olayların ciddiyetine vâkıf olduklarını haykırıyor, vatanın selâmeti için toplu olarak duâ ediyorlardı…
İstanbul mitinglerini organize eden yine ulemâ olmuş, gözyaşları içinde vatan selameti için her türlü tehlikeyi göze almışlardır…
İstanbul’da halk infial içindeyken, direniş hareketi Anadolu da Kazım Karabekir paşa tarafından başlatılmış, müdafâyı hukuk cemiyetleri milli mücadelenin tıpkı İzmir’deki gibi ilk akıncıları olmuştur…
Mustafa Kemal paşa, Anadolu’ya geçmeyi düşünmüyor, Başkent’te kalıp, Kabine ye girmeyi hedefleyip bu uğurda çaba sarf ediyordu…
Bu ara dönemde, Anadolu toprakları ulemâ tarafından Cihad’a hazır hale getirilmiş, kurtuluş savaşının temelleri atılmıştı bile… Osmanlı toprağında ki Müslümanların tek derdi, Hilâfet ve saltanat’ı düşmandan korumaktı… Yürekler bu gâye için çırpınıyordu…
Sultan Vahidüddin, Mustafa Kemal paşayı bizzat iknâ ederek kabine’ye girme yerine Anadolu ya geçme yönünde görüşünü değiştirmiştir…
Görev verilmesi ile birlikte, sultan tarafından, kendi şahsî servetinden 25.000 altın aktarılmış, ilerleyen günlerde bu meblağ 400.000. altını bulmuştur.
Bu meblağ, on milyon dolar etmektedir ki devâsâ bir servet anlamına gelmektedir… Bu konu Nutuk’ta resmen ikrâr edilmiştir…
Sultan Vahidüddîn, parasal yardımlarla birlikte, Padişah adına tam yetkili olduğunu beyân eden GÖREV FERMÂNI nıda Mustafa Kemal paşaya teslim etmiştir.
Bu ferman Osmanlı topraklarında tüm mülkî âmirlere, vâli-kaymakam dâhil her kesime emir verme bir anlamda sultanın vekili olma yetkisi vermekteydi…
Mustafa Kemal paşa, kendisine verilen bu yetki ve parasal kaynaktan dolayı, gittiği her yerde, törenlerle, sanki sultan geliyormuş gibi karşılanmış, kendiside her tören konuşmasında, sultan’a bağlılığını arz etmiştir…
Bu ferman nedeniyle, şahsında oluşan kaygılar giderilmiş ve halkın temsilcileri olan ulemâ ve esnaf nezdinde hüsnü kabul görmüştür…
29 Mayıs 1919 Havza’da, halkın sevip saydığı Sıtkı hoca efendinin çağrısı ile ilçe de büyük bir miting düzenlenmiş, ilk kez Mustafa kemal paşa burada, büyük kalabalıklarla beraber olmuştur…
12 Haziran 1919 da vâiz Abdurrahmân Kâmil hoca efendi’nin şehir halkını toplaması ile düzenlenen miting’te Mustafa Kemal, Amasya halkının desteğini almıştır.
Samsun’dan başlayan kurtuluş savaşı hazırlıklarında tüm belgeler ile tesbit edilen ve inkârı mümkün olmayan başarı hikâyesinin temeli DİN adamları tarafından atılmıştır.
Mustafa Kemal paşanın, Samsun’dan Ankara ya kadar her adımını attığı yerde ilk uğrak yeri müftülük ve câmiler olmuştur…
Erzurum müdafâyı hukuk cemiyeti, müftü Sadık efendi ile Hoca Raif efendinin üstün gayretleri neticesinde oluşmuş ve başarılara imza atmıştır. Erzurum Kongresi bu iki güzel insanın düşüncesi ile gerçekleşmiştir…
Mustafa Kemal paşa’nın Erzurum kongresine katılmasını istemeyen kurul üyeleri, Kazım Karabekir paşa nın ısrarlarını kıramayarak, “ BEN KEFİLİM “ beyanından sonra, bir delegenin istifâ ettirilmesi neticesi Erzurum Kongresine katılabilmiştir. Kazım Karabekir paşanın insiyatif kullanması ile kongreye başkan seçilmiştir.
Kongreye başkan seçildikten sonra Mustafa Kemal, konuşmasını şu dua ile sona erdirmiştir:
“… En son olarak niyazım şudur ki, bütün işlerin yaratıcısı Cenâb-ı Hak hazretleri, sevgili peygamberi hürmetine, bu mübarek vatanın sahip ve koruyucusu ve yüce dinimizin kıyamete kadar en sadık savunucusu olan milletimizi, sultan ve yüce Hilafet makamını muvaffak buyursun…”
Düşman işgali karşısında, vatan müdafaası için kurulan cemiyetlerin en önemlileri Erzurum ve Balıkesir kongreleri ile başlayan oluşumlardır… Başlangıçta asker’le bir bağı olmayan halk hareketleri, tamamen din adamları ve şehir eşrâfı ile örgütlenmişlerdi…
Ankara müdâfayı hukuk cemiyeti ve Sivas kongresi’de hep sivil ulemâ –eşraf işbirliği ile oluşmuş ve bu kongrelerden çıkan tek sonuç:
“ Tam bağımsızlık ve Hilâfet’i kurtarmak…” olmuştur. Câmii ve mescidi olan her köy ve mahallede, din adamları öncülüğünde gönüllüler toplanmış ve cepheye gönderilmiştir.
İzmir’den başlayıp Anadolu’nun her yerinde; İmam-âlim-Şeyh-Eşraf kim varsa onun önderliğinde işgale karşı direniş başlatılmıştır…
EGE bölgesi işgal edilmeye başlayınca; Halk içinde, Devletten daha fazla saygınlığa sahip olan âlim ve şeyh’ler ilk olarak Ayvalık’ta halkı örgütlemiş, daha önce işlediği bir suçtan dolayı yakalanmamak için dağa çıkmış firârî’ler, din büyüklerinin davetleri neticesinde eşkıyalığı bırakıp, Millî mücadele saflarına katılmışlardır…
Ayvalık- Bergama- Bandırma yöresi Din adamı ve tasavvuf erbabı, halkı toplayıp, Ordu-Millet el ele, düşmana tahmin etmediği bir karşılık vermiş ve muvaffak olmuşlardır…
İzmir’de, müftü Rahmetullah efendi, molla Es’âd efendi, muallim Sabri bey, Denizli’de Ahmet Hulûsi efendi’nin ulaştığı yerler haricinde tüm beldelere mektuplar gönderilerek halk; Cihad ibadetini yerine getirmeye dâvet edilmiştir…
Din büyüklerinin davetine icabet ederek, Demirci Mehmet efe ve arkadaşları, düşmanın ilerlemesine mani olmuşlardır… Bu dinî gayretler neticesi EGE bölgesi düşmandan temizlenmiş, hatta Nazilli’de yerel bir DEVLET kurulmuştur… Bu yerel devlet’e; Aydın-Muğla-Denizli-Isparta-Burdur ve Antalya illeri bağlanmıştır…
Yeni kurulan bu mini devlet; Halife ye bağlılığını arz etmek için, Molla Es’âd efendi Aydın ili reisi Reşat bey İstanbul’a gelmiş, îtilaf devletlerinin temsilcileri ile görüşerek Yunan zumlunu aktarmışlar, insanlık onuru ile bağdaşmayan katliamları birinci ağızdan naklederek, Yunanistan’ın diğer işgal güçleri tarafından protesto edilmesini sağlamışlardır…
Salihli ve civar yöreler, Çerkez Ethem tarafından savunulmuş ve üstün başarılara imza atılmıştır.
Batı da başlayan Cihad hareketi, Doğu bölgelerinde aynı hızla yayılmaya başlamış, halk dinî önderlerinin davetiyle yerel ordular hazırlamışlardır. Sultan Abdülhamid’in kurduğu Hamidiye alaylarında yetişmiş seçkin emekli subaylar yerel savaşçıları eğitmiş, Harb nizamina hazır hale getirmişlerdir…
Kuzey doğu Anadolu bölgesi: Batum-Kars-Ardahan- Artvin -Oltu- Kağızman- Sarıkamış -Iğdır- Nahçıvan bölgelerini içine alan ikinci yerel Devlet kurulmuş, bu devlet’te Halife’ye bağlılıklarını arz etmiştir…
Müslüman olmayan vatandaş unsurlar tarafından,, kendi köylüsü hatta komşusuna yapılan insanlık dışı cinayetler karşısında, DİN adamları karşı mücadele başlatarak, 15. Kolordu komutanı Kazım Karabekir paşa irtibata geçmiş ve halk ile birlikte gayrimüslim’lerin zulümleri durdurulmuş, hainler Ermenistan’a kadar sürülmüşlerdir.
Bu Cihad hareketinden güç alan Azarbeycan halkı, ülkelerinden Ermeni’leri kovarak bağımsız devletlerini kurmuşlardır…
Güney bölgemiz aynı duyarlılık ve Cihad ibadeti için başkaldırmış, işgal ve zulme tahammül edemeyen Gaziantep halkı, Bülbülzâde hoca Abdullah efendi tarafından kurulan “ Cemiyet-i İslâmiye “ çatısı altında örgütlenmeye başlamışlardır…
Bülbülzade Hoca Abdullah Efendi, dini bilgisi yanında, Arabca-farsça ve mükemmel Fransızca bilen, yüksk ahlâk’a sahib bir âlimdi… Bizzat cephenin en uç noktalarında çarpışmış, halkının önderliğini yapmıştır.
Maraş’ta; Cumâ namazının farzıyyeti ancak işgâl edilmemiş ülke toprağında geçerlidir hükmü, İmam-ı âzamîn fetvasıdır, bu nedenle Cumâ namazı kıldırmıyorum diyerek, Namaz’a gelen cemeate, Cihad emrini tebliğ eden SÜTÇÜ İMAM, bölgeye Fransızların hâkim olmasını engellemiştir…
Maraş, Uzunoluk semti camii’nde, fahrî imamlık yapan bu mübarek zât, geçimini sütçülük yaparak sağladığı için, sütçü imam olarak şöhret bulmuştur.
Güneydoğu Anadolu cephesi, kahraman din adamlarından Vezir Hoca – Ali Sezâi efendi- Bulaşıkzâde Ârif efendi-Müftü Rifat efendi-Hoca Yusuf efendi- Hoca Abdülkadir efendi ve diğer isimsiz DİN adamlarının CİHAD gayreti aslâ unutulamaz…
Sadece Güney cephesi değil, Adana- Mersin- Antalya yöresinde din adamları ve mutasavvife, canlarını Allah yolunda fedâ ederek millî mücadelenin başarısını sağlamışlardır…
Karaisa’lı müftü Mehmet Efendi, savaş’ta göstermiş olduğu kahramanlıklarından dolayı Gâzi’lik ünvânı alan din adamlarımızdandır…
Tarsus’ta Nur Camii adıyla meşhur mescidin imamı Enis Hoca, Bahçe müftüsü Abdülmecit efendi, Tarsus’lu Nazif Hoca, Mersin yöresinde Hadimli Ahmed Hoca, Antalya müftüsü Çil Ahmed efendi ve ismini sayamadığımız âlim ve mutasavvıflar, Akdeniz bölgesinde işgâl’e karşı önderlik edip başarıya ulaşmışlardır…
Karadeniz bölgesinde de vatan sorumluluğunu üzerinde hisseden âlim ve mutasavvıflar, bulundukları yörede, halkını Cihâd’a davet etmişlerdir…
Karadeniz ulemâsının önderleri; Bartın müftüsü Hacı Rifat efendi, Maçka müftüsü Mehmet Kâmil efendi, Erzurum mebusu Nusret Hoca, Zonguldak müftüsü İbrahim efendi, Trabzın müftüsü Mâhir hoca, Rize’li Mehmet Râğıb efendi, Giresunlu Hâfız Mustafa efendi ve arkadaşlarının kahramanlıkları aslâ unutulamaz…
Belirttiğimiz gibi yurt sathında ki tüm tekke ve zâviye’lere mensub tasavvuf ehli insanlar Cihad’a ön saflarda yer almışlardır…
Özbekler tekkesi—Şeyh Visâlî dergâhı—Kelâmî dergahı-Hâtuniye dergahı ve nice dergahlar tamamen Cihad’ın içinde yer almışlardır…
Kelâmî dergâhı müntesibi, prof.Mehmed Ali Aynî efendi ve arkadaşları, Seyyid Abdülhakim Arvâsî,Nurşinli şeyh Ziyâeddin efendi, Kuzey Afrika’dan ülkemize gelip Cihad’a katılan Libya kahramanı Şeyh Ahmed eş Şerif es Sunusî isimleri asla unutulamaz…
İç Anadolu bölgesi din adamları işgal altında olmasa bile, milli mücadeleye olanca güçleri ile destek vermişlerdir…
Ankara müftüsü Âkif Efendi, Hoca Rifat efendi ve arkadaşlarının üstün gayretleri ile Ankara başkent olmaya hazırlanmıştır…
Millî mücadele zafer’le sonuçlandığında, yeni kurulması düşünülen Meclis için, Ankara ya gelen Mustafa Kemal paşa için Hoca Rifat efendi öncülüğünde muhteşem bir karşılama töreni düzenlenmiştir.
Ankaralı Seymenler eşliğinde, Hacı Bayram camii’ne gelinip, topluca duâ ve niyazlarla, salât_ü selam ve ezanlar’la zafer kutlamaları yapılmıştır.
Ankara da ikamet eden, Mevlevî-Rüfâî- Kâdirî- Nakşıbendî dergâhlarına müntesib mutasavvife, Topçu şeyh efendi öncülüğünde Dikmen sırtlarından tüm Ankara halkı, şehre giren muzaffer Ordu mensublarını karşılamışlardır.
Mustafa Kemal paşayı Ankara ya dâvet eden Hoca Rifat Efendi (Börekçi) şahsî servetinin tamamını, Mustafa Kemal paşa’ya bağışlamıştır.
Bağışlanan altınları bizzat sayan Recep Zühtü Bey,803 adet Reşat altını nı bir belge karşılığında teslim almıştır… Altınların bu günkü değeri üç yüz bin dolar’ı aşmaktadır…
Hoca Rifat Efendi, 1. Mecliste Manisa milletvekili, daha sonraki dönemlerde ilk Diyânet işleri başkanı olmuştur…
Ankara’da yeni bir Meclis kurma çalışmaları fikir bazında konuşulurken, İstanbul’da Meclis-i Mebûsân 12 Ocak 1920 de açılmış, ilk oturumda Misâk-ı millî sınırları çizilerek ilân edilmiştir.
İşgalci İngiliz güçleri, düzmece bir operasyonla Meclis-i Mebûsân’ı basıp, çalışmaları engellemişlerdir. İstanbul’da Meclisin yeniden açılma imkanı kalmayınca, son Osmanlı meclisi fiilen kapatılıp, Ankara’da yeni bir Meclis’in kurulma çalışmaları başlamıştır…
Seçilmiş Osmanlı milletvekilleri, yeni mecliste buluşmak için Ankara’da toplanmaya başlamışlardır.
23 Nisan 1920 de, 1.Meclis açılışına yetişebilen milletvekili sayısı 115 olmuştu… Milletvekilleri içinden Ulema sınıfından olan vekil sayısı 24’ü geçmekteydi…