Kur’an’ı Kerimi anlamadan okumak, papağan’a benzemektir gibi yakışıksız örneklerle meal okumayı teşvik ve neredeyse zorunlu eğitim gibi gören bazı kesimlere uyarıda bulunmak bir borçtur:
Kur’an – Ezan – Namaz gibi dinin temeli olan ibadetlerde anlamak ikinci plana düşer… “Şiarşuurduygu söz konusu olduğunda anlama şartı ortadan kalkar…” Ezan ve Kur’an, ümmetin şiarıdır… İşaret ve sancağıdır…
Yeryüzü toprağının neresi olursa olsun çan sesleri Hristiyanlığı, EZAN ve KUR’AN sesleri ise Müslümanlığı akla getirir ve temsil eder…
Meal okumak, tıpkı Ezan ve Kur’an gibi bir şiar değil ihtiyaç duyanların ayrıca manasını öğrenmesi için çaba ve gayretidir… Bu örnek çerçevesinde çıkacak hüküm şudur:
Kur’an okumak bir ibadettir ve en büyük zikirdir… Meal çalışması veya Kur’anı aslından değil de tercümelerinden okumak İBADET kapsamına girmez… Ancak ilim edinmek kastı ile ilim sevabı kazanılır…
Meal’i baştan sona bitirmekle hatim sevabı oluşmaz… Meal insan yapımı bir üründür, Allah kelamı değildir…
Kur’an’ı Kerimi yeni öğrenenler, eğitimlerini dinleyerek ve okunan metni takip ederek güçlendirebilirler, Kur’anı baştan sona bu yöntemle tamamlamış olanlar HATİM sevabı alırlar…
Kur’anı Kerimi okumak gibi dinlemek de ibadettir… Nebî sav efendimiz, ömrünün son demlerinde, Cebrâil as. İle okuma ve dinleme metodu ile Kur’anı birbirlerine arz etmişlerdir…
Birçok Hadis-i şeriften, Nebî sav efendimizin Kur’an dinlemeyi çok sevdiğini hatta dinlerken ağladığını öğreniyoruz…
Kur’an’ı Kerim’i aslından okumak, on dört asır, üzerinde ittifak edilen ve muhalifi olmayan bir uygulamadır…
Kur’an’ı Kerim okundukça anlaşılır… Bu nedenle bu devasâ zaman dilimi içerisinde, HATİM’LER, MUKABELE’LER eksik olmamış, aşr-ı şerif tabir edilen on âyetlik okuma alışkanlığı, gök kubbeye yükselerek, İslam dünyası Kur’an okumaya aşırı düşkünlük göstermiştir…
Sürekli Kur’an okuyan şahıs, okuyuş bereketi ile Kur’an’la bütünleşir… Bu gün gâfil olarak okuyan, yarın, düşünerek yaşayarak, anlayarak yaşamını Kur’an ekseni etrafında düzenler…
İmam Şafii, bu konuda her müslümanın, gücü yettiğince ARABÇA öğrenmesi gerekliliğini belirtmiştir… Aynı zamanda ibadetlerin ŞART ve HÜKÜMLERİNİ öğrenmek, FARZ olarak nitelenmiş, zaruri dini bilgi öğrenilmeden meal ve tefsir okumak doğru bulunmamıştır… Bu konuda İbni Abidin’in fetvası bağlayıcıdır…
Manasını bilmiyorum diye, Kur’an okumamak ve öğrenmemek affedilmez bir hatâ’dır…
İnsanoğlunda birçok özellikler vardır… AKIL bazı hakikatleri kavramasa bile KALB ve RUH o konuda duyarsız kalmaz. Tabiî bir his ve istek sayesinde almış olduğumuz gıdalar, vucudumuzu birçok hastalıktan korumakta ve yaşam kalitemizi artırmaktadır… Almış olduğumuz gıdaların labaratuar sonuçları ne derece zaruri olabilir…
Tahlil sonucu gıda almak nasıl saçma ise anlamadan Kur’an okumam demekte aynı derece sorunludur…
İnsanoğlu, yaşayabilmek için ihtiyaç duyduğu gıdayı, yaratılışında mevcud olan bir HİS ile bulup almaktadır…
Manasını anlamadan okunan Kur’an, aynı gıdalar gibidir… Elementleri bilinmeden istifade edilir ve ibadet hayatı tıpkı yaşam gibi devam eder…
Gıdaların yapı ve elementlerini bilenler elbette olacaktır ve olması da zarûri’dir… Kur’anın mana ve inceliklerini bilen yahut bu konuda mesafe kat etmek isteyen seçkin insanlarımızın olması, âyetlerle sabittir ve teşvik edilmiştir..
Toplumun geneli için asl olan Kur’anı ibadet kastı ile okumaktır… Örnekleme yaptığımız gibi, bir Elma’yı, ihtiva ettiği şeyi bilmiyorum diye reddetmek nasıl mümkün değilse, Kur’an’ı Kerimi de manasını bilmiyorum, bu nedenle tercümeleri ile yetiniyorum iddiası aynı tenakuzu bünyesinde barındırır…
Nebî sav efendimizin en yakın arkadaşları, Hz. Ebu BekirHz. Ömer bile kimi zaman, âyetlerin hikmet ve anlamlarını Vahy’e mazhar olan efendimize sorarak öğrenmişlerdir…
İmam GAZALÎ, Kur’an’ı Kerimi anlayarak veya anlamadan okunması arasında, ecir ve Allah rızası bağlamında bir fark olmadığını belirtmektedir…
Kur’an’ı Kerim, Kıyamete değin tüm asırlar için geçerlidir, belli bir toplum için değil, bütün beşeri kapsar… Sadece seçkinlere değil, avam ve havas her kesime hitab eder…
Bu nedenle, her kesim tüm zaman dilimleri içinde, kendi anlayış ve kabiliyetlerine göre Kur’an hakikatlerinden hisse alabilirler…
Öneminden dolayı tekrar edecek olursak; Kur’an’ı okuyup manasını anlamak hem fikir hem zikirdir… Anlamadan okumak ise ibadet ve zikirdir..
Meal okumayı bir meslek haline getirmek, dini alt yapı gerektiren bir donanıma sahip olmadan sadece meal okuma seans’ları yapmak, dinî proplemleri peşinden sürükleyen bir çalışmadır…
Şer’î hükümler salt Kur’an meali okunarak elde edilemez. Şeriat’ın diğer kanatları olan; Sünnet, Kıyas ve İcmâ gibi ana kaynaklar nasıl hafife alınabilir veya reddedilir…
İslami ilimler konusunda ciddi emek vermiş âlimlerin, Kur’an’ı Kerim okuma ve tefsir etme usulünü küçümseyip, Kitabullah’ın önü ve sonu hakkında, yeterli bilgi sahibi olmadan, roman okuyucusu gibi bir yöneliş, dinî ilim öğrenme karşılığı değildir…
Bu konu da son söz:
Rabbimiz, “ anlaşılması” “ emir ve yasakların bilinmesi” için Kur’an-ı Kerim’i ARABÇA olarak indirdiğini 11 ayette beyan etmektedir. Bu nedenle başka bir dil seçeneği söz konusu değildir.
Asırlardır Latince öğrenilen tıb terimleri milletlerin ortak kullandığı bir lisan’dır… Kendi dilimize çevirelim diyen olmamıştır…
Meal okurken, Kur’an-ı Kerimin; Ahlaktevhidteşvik -uyarıibret v.b. âyetlerini düşünerek tekrar ederek hatta metin ve mealini ezberleyerek, hayatımız için rehber edinmek ideal bir noktadır… Ancak hüküm içeren, ibadetlerimizi düzenleyen, şer’î delil çıkarılması gereken âyetleri, çıplak metin ile değil mutlaka ilmihal kaynaklarına müracaat edilerek amel edilmesi zorunluluktur…
Nebî sav efendimiz, “ Kim Kur’an-ı Kerim hakkında kendi görüşü ile konuşur ise isabet etse bile hatalıdır…” (Tirmizi) Buyurmuşlardır…
Bu uyarı gereği ibadet-muamelat gibi fıkhi hüküm içeren âyetleri, ilmihal bilgilerini küçümseyip şahsi görüş bildirenler hüsrandadır…
Kur’an mealinde okuduğum ayeti, okuduğum ve anladığım şekilde uygulayacağım deme lüksü kimseye verilmemiştir… Moda tabirle Kur’an islamı yoktur. Nebi sav efendimizin hadisleri, sahabe-tabiin, tefsir ve hadis imamlarının görüşleri, fıkıh usulu kuralları yok hükmünde tutulamaz… Aksini savunan İslam çizgisi dışındadır…
Kur’anı kerim tercümelerini, Kur’an’ı Kerim yerine koymak veya benzeri muamelede bulunmak HARAMDIR… “ O, bir Kitab-ı azizdir… Ne önünden ne arkasından O’na bâtıl yanaşmaz… O çok övülen Hikmet sahibi Allah tarafından indirilmiştir…” (Fussilet, 42)
Türkçe meal konusunda Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an dili isimli tefsirinin ön sözünde, özetle şu tesbitleri yapmaktadır:
“… Kur’anda manası bulunmayacak hiçbir kelime yoktur… Ancak manası pek derin olan kelimeler bulunduğu gibi bir kelime etrafında birçok manaların çağrıştırdığı, bazı ihtimal kelime karşılığı olan yerler de mevcud’tur…
Bu tür âyetlerin tefsir ve te’vîle ihtiyacı vardır… Bu nedenle Kur’an-ı anlamak için mükemmel lisan bilgisi kâfî gelmez… İlk kaynaklara inmek, sahibinden rivayetlere ulaşmak vahyediliş şeklini bilmek gerekir… Yoksa Kur’an âyetlerinden o vakte kadar hissetmediğiniz bir anlam çıkabilir…
Tercüme konusunda birçok ihtimaller toplanamayacağı için yapılan iş zayii olur… Muhkem ve müteşabih âyetlerin ayırımı meal çalışmasında söz konusu olamaz… Kur’anın kendine has dil bilimi, vahyediliş sırası, nâsih-mensuh konusu, muhkem ve müteşâbih âyetler’in tasnifi gibi konuları, İNSAF ile düşünelim… Bu şartlar altında Kur’anı tercüme ettim veya ederim diyenler yalan söylemiş olur…
Kur’anı Kerimi cidden anlamak ve tetkik etmek isteyenlerin O’nu usulü ile Arabca aslından ve tefsir kaynaklarından anlamaya çalışmaları zaruridir…
Kur’anı Kerimin falan tercümesinde şöyle denmiş diyerek hüküm çıkartmak ve bir dini meseleyi tartışmaya açmak fevkalâde tehlikelidir… Bunu îmanı olan yapmaz…
Kur’andan bahsetmek isteyenler, O’nu hiç olmazsa, HAREKESİZ olarak yüzünden okuyabilmelidir…
Kur’anı harekesiz olarak okumak şöyle dursun harekeli bile dürüst okuyamadığı halde, O’nun hüküm ve manâlarından içtihada kalkışıyor…
Öylelerini görüyoruz ki Kur’anı anlamıyor ve tefsir kitaplarına, müfessirlerin yorumu karışmıştır diye onları ciddiye almıyor, eline geçirdiği tercümeleri okuyarak Kur’anı tetkik etmiş olacağını iddia ediyor…
Düşünemiyor ki, okuduğu tercümeye âlim müfessirlerin yorumu değil câhil mütercimin şahsi görüşü, yorumu, hata ve noksanları karışmıştır… Bâzıları artık Kur’an tercümesi demekle yetinmiyorlar da “TÜRKÇE KUR’AN” demeye kadar ileri gidiyorlar…
“TÜRKÇE KUR’AN” VAR MI? BEHEY ŞAŞKIN!
Kur’an Arapça’dır… Biz Kur’an’ı Arapça olarak indirdik…” âyeti kerimesi ile bu konu NASS hükmünü almıştır… Kur’anı kerim ayetlerini tefsir için Nebi sav efendimizin hadis-i şeriflerine bile Kur’andan bir parça denilemez… Söyleyen küfre girer…
ÖZETLE:
Tercüme Kur’an, mütercimin anlayabildiği kadar bazı şeyleri anlatabilrse de hakkıyla anlatamaz… Şu da unutulmamalıdır ki, Kur’an anlaşılmaz bir kitab değildir… Manası en kolay ve açık bir surette anlaşılan, yardımcıya ihtiyaç hissedilmeksizin su gibi akan nûr gibi parlayan bir kitabtır…
Fevkalâde Arapça bilenler dahi Tefsir ihtiyacından kurtulamazlar…
Mükemmel Arabça bilmek yetmediği için TEFSİR, öncelikle Arapça bilenler için, Arapça olarak yazılmıştır…
SON SÖZ Hadis-i şerifle olsun;
“ Allah katında Kur’an’dan daha üstün bir şefaatçi yoktur… Ne Peygamber, ne de Melek…”
Elmalılı Hamdi Yazır üstadımızın bu uyarılarını dikkate alarak, Kur’an ile bağımız asla kesilmemeli ve Kur’an-ı anlamayı salt meal okuması ile değil muteber tefsir veya tefsirler eşliğinde devam ettirmeliyiz…
İslam dünyasında, salt meal okuma alışkanlığı birçok itikad ve amel’le ilgili konularda sapkın görüşlerin doğmasına yol açmış hatta yeni bir din anlayışı oluşumuna zemin hazırlamıştır…
Bu konuda ders halkaları teşekkül ettirilip, tefsir dersleri ihdas etmek, zikir meclislere inen rahmet müjdesidir….