Mehmet Hüsrevoglu:   "MEVLANA'NIN ÜSTADI SEYYID BURHANEDDIN HZ." Kitabı Sayfa İçeriği

Mehmet Hüsrevoglu

Bu Sayfayı Paylaş; Bu sayfa 564 Kez görüntülendi.

MUHAMMED SÛRESİ TEFSİRİ

Bazı ayetler ve açıklamaları:

Yüce Allah Kur’anı Kerim’de “İnkâr edip (insanları) Al- lah’ın yolundan çevirenlerin amellerini(Allah) boşa çıkar- mıştır. “  buyurmaktadır…

Bu tür insanların kendileri kâfir oldular… Başkalarının Müslüman olmasına engel olmaya çalıştılar… Yüce Allah onların yapmış oldukları iyi işlerini de geçersiz kılıp boşa çıkardı…

Bu ayeti kerimede nitelenen kâfirlerden maksat; Al- lah’ın verdiği nimetleri hiçe sayan, nimete şükretmeyen, nimete şükrediyoruz diye oyalanan, gerçekleri bilmedikleri halde biliyoruz diye iddia edenlerdir.

Allah’ın ortağı vardır diyen kimse mutlak kâfir olur… Ancak nimete şükretmeyene mutlak manada kâfir denile- mez, Kûfran-ı nimette bulunuyor denilir. Surenin üçüncü ayeti, birinci ayeti şöyle açıklıyor:

“İşte bunun sebebi, kâfirlerin batıla uymaları! Mü’minlerin ise, Rablerinden gelen HAKK’a (Kur’an’a) uy- muş olmalarıdır. Allah insanlara misallerini böyle açık- lar.(çünkü kâfirler şeytana mü’minler ise Kur’an’a inanmış- lardır.)”  buyrulmaktadır.   (ayet, 3)

Bu sapıklığın, şükür bilmezliğin sebebi şuydu:

O sapıklar ve şükür bilmez nankörler, boş şeylere uy- dular… Nefisleri ne emretmişse onu yaptılar… Nefsin istek ve arzuları ise DİN katında gelip geçici boş şeylerdir.

Onlar nefislerinin sonu gelmeyen ve istek ve arzularına tapıyorlar. Hâlbuki onların bu tür istekleri tuzlu ve acı suya benzer… Ne kadar içersen iç susuzluk giderilmez…

Bu ayetle ilgili Şeyh Muhammed Hazzâ şöyle diyor: Onların amelleri ve sadakaları şu nedenle boşa çıkmakta- dır:

Niyet amel duvarının temelidir… Temel sağlam atıl- mazsa üzerine yapılan duvar yıkılır… Bina tamamlanmaz.

Niyeti bozuk olanın ameli kabul edilmez… Tıpkı hırsız- lık niyetiyle camiye giren gibi… Gaye namaz değil hırsızlık- tır…

Yüce Allah: ”Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi ?” buyuruyor. (24. ayet)

Şeyh Muhammed Tirmizî bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: Bu yolda yürüyenlerin ayaklarının kayması şu üç şeyden olur:

  1. Allah’ın her türlü ikram ve bağışına karşı şükret- mekte kusur etmek, nankörlük…
  2. Yaptığı ve yapacağı işlerden dolayı Allah’tan baş- kasının kınamasından korkmak…
  3. Allah’tan başkansına el açmak bir şey ummak…

Bu üç önemli ihtara uyan kimse daima kendisini kusur- lu görür, kusur ve günahlarından ürkmesi neticesi gönlü huzura kavuşur. Bu durumda bilir ki Yüce Allah onun rızkı- na kefildir, olur olmaz işler yüzünden paniklemez, fakirlik- ten korkmaz, gönlü rızık için titremez…

“Eğer siz Allah’a yardım ederseniz Allah’ta size yardım eder.” (ayet 7). Tefsirinde şöyle demiştir: “Allah(c.c) birinin yardımını istemekten bir şeyin yardımına muhtaç olmaktan münezzehtir…”

Bu önemli kuraldan dolayı ayetin manası şöyle  olmalıdır:

“Eğer benim peygamberime dostlarıma yardım ederse- niz, bende size yardım ederim… Eğer onları üstün tutarsa- nız, bende sizi üstün tutarım…”

Hz. Peygamberi üstün tutan sahabe-i kiramı, Allah(c.c) üstün kıldı... Kıyamete kadar minberde, mescitlerde anıl- malarını, övülmelerini sağladı…

Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi kendi nefislerinin üstünlü- ğü için peygamberlerini hor görenleri de kıyamete kadar lanetle anılmasını istedi…

Yüce Allah’ın “Bize nice şehirlerin halkını yok ettik ki onlar, seni yurdundan çıkaran şehir halkından daha güçlü ve daha kuvvetli idiler…” (ayet, 13)Bazı müfessirler bu ayet için; Hz. Musa’nı can korkusu ile Mısır’dan kaçtığı gibi Resulullah (S.A.V) Efendimiz Mek- ke’den kaçmadı… Onu zorla çıkardılar… Nitekim ayette, “seni çıkardılar” ibaresi kullanılmış, “sen kaçtın” denilme- miştir…

“O şehirden çık “ diye emir gelmiştir. Resulullah (S.A.V) Efendimiz orda kalıp horlanmaya layık değildi... Allah’a da- yanmıştı gözünü O’na çevirmişti… O’nun hayatı Allah için- di… Nitekim “Benim hayatım da, ölümüm de âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (Enam, 162) Ayet-i kerimesi buna delildir.

Resulullah (S.A.V) Efendimiz, canından korktun da onun için kaçtın sorusuna muhatap değildi… En sade in- sanlar bile ondan güzel bir koku almışlar ve dağların tepe- sinden boşanan kocaman sel gibi ölüme koşmuşlardı… Ni- tekim Kur’an-ı Kerim’de “Soluya soluya koşanlara and ol- sun”  ayet-i kerimesi (Adiyat, 1) bu misale delildir.

İşte Allah yolunda Cihad eden kimseler yok mu?

Şairin şiiri için ilham beklediği, öğrencinin tatili iple çek- tiği gibi şahadeti ararlar ve beklerlerdi…

Kur’an-ı Kerim bu özlemi şu şekilde ifade ediyor: “Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözü yerine   getiren nice  erler  vardır.  İşte  onlardan kimisi verdiği sözü yerine

getirip o yaşta canını vermiştir kimisi de şehid olmayı bek- lemektedir.” (Ahzab, 23)

Yüce Allah, “Rabbinden apaçık bir delil olan kimse, kö- tü işleri kendisine güzel gösteren ve kötü isteklere uyan kimse gibi olur mu? “  buyuruyor. (ayet, 14)

Sehl b. Tüsterî bu konuda şöyle demektedir; “Kendisine  Allah  tarafından  kesin  olarak  delil verilen

kimse  öyle  bir  kimsedir ki, her  haliyle  Resulallah (S.A.V)

efendimizin sünnetine uyar…”    cemaatle  namaz kılan bir müminin imama uyması gibi…

14. ayette geçen “beyyine” kelimesi kesin delil anlamı- na gelir. Diğer bir anlamda aydınlık NUR demektir.

NÛR’u elde eden kimse, Rabbanî düşünceyi şeytânî düşüncelerden, bu nûr sebebiyle seçip ayırt eder… Bu nûr sebebi ile gönülden bir ses koparsa, bu sözün adına “Bûr- han” denir…

Yüce Allah, “Bilmiş ol ki Allah’tan başka İlah yoktur...” buyuruyor (ayet, 19) … Kelimeyi Tevhidi, öz temizliği ile canu gönülden ve gerçek olarak söyleyen kimse, tertemiz bir su ile gusül abdesti alıp namaz kılan ve dua eden kim- seye benzer… Bu duaya karşılık yüce Allah, “Ey kulum is- te… Bütün isteklerin ve duaların kabul edilmiştir…” buyu- rur.

İlim nurdur… Aydınlıktır… Âlimlerin gönülleri ise ışık saçan ışıldaklar gibidir… İlahî bilginin belirtileri ise; Kork- mak ve alçak gönüllü olmaktır…

Bu iki önemli özelliğe sahip olana önce ilim kapısı açı- lır… Açılan kapıya şükreden kul için daha sonra TEVHÎD kapısı açılır… Cenabı Allah önce “BİL” emri ilahisinden sonra “Allah’tan başka ilah yoktur” ölçüsünü beyan edip; Bilgiyi Tevhîd’den önce zikretmiştir.

Yüce Allah “Onlar hiç Kur’an üzerinde derin derin dü- şünmezler mi? Yoksa kilit vurulmuş kalplere mi sahipler?” buyurmaktadır (ayet, 23)

Nice kalpler ve diller vardır ki gerçekte kilit vurulmuş gibi düşünemezler ve konuşamazlar… Bu nedenle “Onlar Kur’an’ın buyruğunu düşünmüyorlar mı?” Emri ilahisini okuyamazlar.

Düşünmek nedir? İnsanda herhangi bir oluşum için bir hal meydana gelir… Bu oluşum neticesi, işin belirtisi zihne yansır.

Örneğin bahçıvan herhangi bit bitkiye baktığında ağaç- tan ne doğacak, çiçekten ne çıkacak tahmin eder veya bi- lir… Bahçıvan olmayan ise bitkinin süs ve güzelliğine ba- kar, bundan sonra ağacın başına ne gelecek bilemez…

Bu kilit, gönül ve dillere şunun için vurulmuştur:

Onlar, Allah’ın verdiği nimete karşı nankörlükte bulun- dular. Onlara birazcık gerçeklerden bahsedildiğinde haset- lerinden dolayı gerçekleri gizlediler… Aleyhte şahitlik yaptı- lar… O nura o aydınlığa şükretmediler…

Şükür gerçeklere şahitlik etmek ve haset etmekten vazgeçmek demektir. O şükretmeyenlerin gönül kapıları daha da kapandı…

Yüce Allah “Eğer dileseydik, onları sana kesin gösterir- dik ve elbet sen de onları kendi (gerçek) yüzleri ile tanımış olurdun, yine de sözün ede ve üslubundan mutlaka çıkarır- sın ama Allah bütün yaptıklarınızı bilir. “ (ayet, 30)

Bu ayetin açılımı şöyle olabilir:

Ey Muhammed! Eğer isteseydik onların(münafıkların)  iç yüzlerini sana gösterirdik. Fakat öğüt vermen için gös- termedik. Zira öğütte hikmet vardır… Öğüt kimileri için ka- der, kimileri için sevinçtir…

Her ne kadar onları gerçek yüzleri ve mimiklerindeki sinsi ifadeleri net belirtmedik ise de “Andolsun ki sen onla- rı; sözlerinin üslubundan tanırsın…” Ses tonundan, tavır  ve hareketlerinden kimin münafık olduğunu algılarsın…

Yüce Allah “Andolsun ki içinizden CİHAD edenlerle, sabredenleri birbirinden ayırt edinceye kadar ve( gizledikle- rimizi) haber verinceye kadar sizi imtihan edeceğiz…“ (ayet, 31) buyurmaktadır.

İbadet eden kimselerin samimi ve ihlâslı olmalarını em- reden Allah, onları samimiyet derecelerine göre yüceltecek ve ibadetlerini kabul edecektir… Nitekim: Hz. Ebu Bekir (r.a) fazla oruç tutuğundan, fazla namaz kıldığından dolayı

ÜSTÜN olmadı… Gönlüne verilen ihlâs ve samimiyet yü- zünden üstün oldu…

Yüce Allah; “Ey iman edenler! Allah’a itaat ediniz, Pey- gambere itaat ediniz, amellerinizi boşa çıkarmayınız” bu- yurmaktadır. (ayet 33) Bu ayet dört emri beraberinde ge- tirmektedir:

  1. Allah’ın emirlerini yerine getiriniz.
  1. Resulallah (S.A.V) Efendimiz’e hürmet ve itaat edip Onu Allah’ın elçisi olarak biliniz…
  2. Yüce Allah’ın apaçık, ilahi bir emri olarak; Resulallah (S.A.V) size ne getirmiş ise kabul ediniz.
  3. En önemli uyarı, İbadet ve dini yaşayış düzeyinizi büyük görüp gurura kapılmayın, o ibadetlere  güvenerek tüm emeklerinizi boşa çıkarmayın…

Tasavvuf büyükleri şu tespitte bulunmuşlardır:

Akıllı kimse odur ki tüm ibadetlerini yerine getirmesine rağmen içinde bir boşluk hissederek kendisini eksik bir ibadet yapan biri olarak kabul eder…

Cahil ise az bir ibadeti çok görerek kendisini Allah’a la- yığı ile ibadet eden ve kullukta bulunan seçkinler zümre- sinden zanneder.

İbadetleri boşa çıkartan şey; GÖSTERİŞ- RİYA ve KENDİNİ BEĞENME, Halk’a büyüklük taslama ve ben iba- det ediyorum diye büyüklenmektir.

İBADET büyüklenmeyi ve kibirlenmeyi terk etmek için- dir. Kibirle ibadet bir arada yaşamaz… Kibirlenerek ibadet eden bir kimsenin İBADETİ, sadece şekil ve gösterişten ibadettir. Böyle bir ibadetin görünüşü fayda ancak manası ziyandır.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Gerçekten dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden iba- rettir… Eğer iman eder ve takva sahibi olursanız Allah size mükâfatınızı verir ve sizden bütün mallarınızı Allah yolunda sarf etmenizi de istemez…”  (ayet, 36)

Tasavvuf büyükleri şöyle demiştir: Dünya ehli dört kısımda incelenebilir;

  1. Gafletle dünya nimetlerini elde etmeye çalışanlar.
  2. Bilgisizlik sebebi ile sağlığını kaybedenler.
  3. Hastalık sonrası yatağa düşüp sonrasında vefat edenler.
  4. Mezardan Azab’a (cehenneme) göçenler…

Birinci kısım lezzeti, tadı, zarar ve ziyanı görür… Dün- yanın tat ve lezzetini aramakla birlikte, geçici lezzetlerden ebedî olana dönüş için gayret sarf eder…

Sağlığı bozulan bir kimseye Allah’ın yardımı erişirse hastalıktan kurtularak bir çare arar veya hastalıktan oluşan sıkıntı ve acısı ona kolaylaştırılır… Hastalığın ağrısı, sızısı kendisine normal gibi gözükmeye başlar…

“…Her nefis ölümü tadacaktır…” (2/185) Hani Allah dostları ölmezler, denir ya, Ölmeyen, onların Allah’ın nazargahı olan gönülleridir. Yoksa nefisler ölür… Çünkü her nefis ölümü tadar ayetinin hükmü umumidir, her kez hakkındadır… Ancak onların(velilerin) gönülleri ölmez. Şimdi bundan başka ne varsa ölür… Geçer gider. Sende ölecekleri, geçip gidecekleri bırakta, ölmeyecek kalacak olan o kutlu nefis ( ruh ) kuvvetlensin… Zenginlik kalan şeydir… Kalmadıktan sonra ona zenginlik denmez…

“…Gerçekten inananlar kardeştirler...”(Hucurat, 10) İnanan kişi kendisine iyilik ediyormuş gibi, mümine iyilikte bulunur… Yüce Allah’ın sözüdür; iyilik ederseniz kendiniz için iyilik etmiş olursunuz. (İsra, 7) Hâsılı (insan) mümin kardeşini iyileştirmeyi, kendini iyileştirmek sayar…

Kur’an’da geçen kardeşlik ayetlerinin tasavvufta karşı- lığının İHVAN olması bu ayetler sebebiyledir…