Mehmet Hüsrevoglu:   "MEVLANA'NIN ÜSTADI SEYYID BURHANEDDIN HZ." Kitabı Sayfa İçeriği

Mehmet Hüsrevoglu

Bu Sayfayı Paylaş; Bu sayfa 845 Kez görüntülendi.

SEYYİD BURHANEDDÎN VELÎ

Seyyid Burhaneddîn Hüseyin Muhakkık-ı Tirmizî (K.S) hakkında tafsilatlı bilgi birikimine sahip değiliz…

Miladî 1166 veya 1169 yılında bugünkü ÖZBEKİSTAN sınırları içinde Afganistan sınırına yakın, Amuderya nehri civarında kurulmuş bulunan, Harezmşahlılar devleti sınırı içinde bulunan TİRMİZ ‘de doğdu.

Baba, Seyyid Hasan Tirmizî, dede ise Seyyid Kasım Tirmizî’dir. Soy ağacı Hz. Hüseyin’e (r.a) dayandığı için Hüseyni olarak bilinir.

Kırk yaşına kadar doğduğu kent, Tırmiz’de ilim tahsil etti… İlimde söz sahibi olacak düzeye gelince başka ilim merkezlerine göç etmek zarureti hâsıl oldu…

Bugün Afganistan sınırları içinde olan BELH şehrinde Sultan-ül ulema namıyla şöhret bulan Mevlâna’nın babası Bahauddin-i Veled’de mürid oldu… Kırk günlük beraberlik ve sohbet, mesafeler almasına kâfi geldi… Tekrar Tirmiz’e döndü… Ancak seven sevdiğinden ayrılamadı… Ertesi yıl BELH şehrine geri dönerek üstadı ile bu şehirde üç yıl kal- dı.

Hz. Ebu Bekir Sıddık (r.a) soyundan gelen ve Sultan-ül Ulema sıfatını, rüyada bizzat Resullullah (S.A.V) efendi- mizden alan Behauddîn Veled, Belh ve çevresinde bulu- nan  halkı  irşad  ederken,  kendi  çocuğu  Celaleddin  Mu-

hammed’i,     Seyyid     Burhaneddîn’e      emanet     ederek Celaleddin’i yetiştirmesini istedi…

İlerleyen yıllarda Hz Mevlâna olarak çağına ışık olacak olan küçük Celaleddin Muhammed’e, Seyyid Burhaneddîn dokuz yıl sürecek eğitmenlik görevine başlayacaktır…

Sultan-ül ulema Bahauddin Veled ve Belh sultanı ara- sındaki dostluk ötesi samimi ilişkiler, zamanın fitne ve ha- set oklarını üzerine çekti…

İslam ümmetinin misli görülmemiş belası ve soykırımı olan Moğol istilası Belh şehri için ihtimal dâhilinde olduğu- nu hisseden Sultan-ül ulema vatanından bu iki önemli se- bep yüzünden hicret etme kararı aldı…

Miladî 1220 yılında gerçekleştirilen büyük göç, üstad, ailesi ve öğrencileri ile birlikte Hicret’e gücü yeten büyük bir topluluğu kapsayacak şekilde başladı… Bağdat ve Anado- lu’ya hicret niyeti ile Belh’ten ayrıldılar…

Sultan-ül Ulema’nın Belh şehrinden ayrılması netice- sinde, Seyyid Burhaneddîn de tekrar kendi şehrine döndü.

Bu ayrılık Seyyid Burhaneddîn’i yalnız yaşamaya ve uzlete sevk etti.

Birkaç yıl süren bu inziva ve cezbe halinin normal bir seyre dönüşmesi ile tekrar irşad ve eğitim çalışmalarına başladı… Şehrinde sekiz yıl sürecek eğitim ve irşad faali- yetleri ile binlerce öğrenci yetiştirdi… Sultan-ül Ulema Bahauddin Veled’in bu topraklarda vekili oldu.

Mürşidi Sultan-ül Ulema Bahauddin Veled, yolculuğa devam ediyor, son durak konusunda bir işaret bekliyordu…

Bağdat’tan ayrılan üstad HACC ibadeti için kutsal top- raklara ulaştı… Hac ibadetini yerine getirdikten sonra Me- dine-i Münevvere’ye gelip, hasreti ile yandığı peygamberi- mize (S.A.V) misafir oldu… Uzun süre devam eden bu mi- safirlik, manevi bir işaret üzere, ayrılık vaktinin geldiği an- laşıldı ve gözyaşları içinde Medine’ye veda edildi.

ŞAM’a ulaştığında, bu şehirde kalması yönünde ısrarlı teklife rağmen son durak olarak, Bilad-ı Rum’a yerleşmek niyeti olduğu belirtilip yola devam etti… Anadolu içlerinde LARENDE beldesine gelindiğinde, (Konya-Karaman) yer- leşmeye karar verildi…

Karaman Beyi Emir Musa, Üstad’a gerekli saygı ve hürmet göstererek kendisine medrese yaptırdı… Sultan’ül ulema bu medresede irşad faaliyetlerine başladı.

Ortalama yedi ve sekiz yıllık LARENDE ikametinin ar- dından, Selçuklu Sultan’ı Alâaddin Keykubat’ın daveti üze- rine Konya’ya göç etti ve bu günkü Mevlana müzesinin bu- lunduğu semti, yerleşime elverişli, yeşillik ve bahçelik ol- duğu için burayı sevdiğini sultana iletti… Bu alanı sultan kendisine hediye etti…

Ömrünün son dönemlerini Konya’da irşad faaliyetleri içinde geçiren Sultan’ül Ulema, 23 Şubat 1231 yılında Cuma günü vefat etti…

Aynı gün TİRMÎZ’de ders verirken;”…yazık… yazık… şeyhim bu geçici alemden gerçek aleme göçtü…” diyerek, şeyhinin vefat anının kendisine keşfen bildirilmesi sebebiy- le Seyyid Burhaneddîn’e “sırdan” sıfatı verilmesinde bu olay etkili oldu…

Seyyid Burhaneddîn velî, şeyhinin vefatı nedeniyle hü- zün dolu yalnızlık âleminde gezinirken bir gece rüyasında mürşidi Bahüddin Veled’i görür;

“…Benim Celaleddîn’imi yalnız bırakmışsın… O’nu ko- rumak konusunda haksızlık ediyorsun…” hitabını duyması ve görevinin ne olduğunu bildirmesi ile hiç vakit geçirme- den birkaç sadık dostunu yanına alarak doğduğu şehir TİRMÎZ’den Anadolu’ya hicret etme niyeti ile yola koyulur…

Seyyid Burhaneddin Veli 1230 yılında 57 yaşlarında Mevlâna Celaleddîn’i bulmak için Selçuklu başkenti Kon- ya’ya doğru yolculuğa başlamıştır. Bazı kaynaklara göre önce Kayseri’ye uğrayıp, bir süre şehrin yöneticisi Sahip ISFEHANî tarafından misafir edilmiş, bir yıllık misaferet sonrası Konya’ya ulaşmıştır. Tirmîz ve Konya arası hicret ve misaferet tam iki yılını almıştır.

Konya’ya ulaşıp sincari medresesine yerleşen Seyyid Burhaneddin, Mevlana nın Larende de olduğunu öğrenmiş- tir… Kendisine, Moğol istilası nedeniyle LARENDE’de kalmasının riskli olduğunu belirten ve Konya’ya hicret edil- mesinin uygun olacağını beyan eden bir mektup gönde- rir…

Mektup kendisine ulaştığında, Seyyid Burhaneddin Ve- lî’nin Konya’ya gelişine çok sevinen Mevlâna, hemen dave- te icabet ederek Konya’ya gelir. Buluşup geçmiş günleri yâd ederler…

Seyyid Burhaneddin-i Velî, Konya’ya niçin geldiğini an- ladı… O, şeyhi Sultan’ül Ulema Bahauddin Veled’in biricik oğlu Celaleddîn’in küçüklüğünden beri öğretmeni iken şim- di mürşidi olacaktı…

Tam yirmi yıl sonra buluştuğu Celaleddîn, artık yaş ola- rak olgunluk çağına gelmiş, babasının vefatında yirmi dört yaşındadır… Çevresinde ahlaki meziyetleri ve ilmi ile örnek gösterilen GEVHER HATUN’la evlenmiş, Sultan Veled ve Alâaddin isimlerinde iki çocuk sahibi olmuştur…

Seyyid Burhaneddin velî; TİRMİZ’den ayrılış hikâyesini şeyhi ve üstadı Sultan’ül Ulema’nın rüyasında kendisine vermiş olduğu görev emrini alıp bu işaret üzere yola çıktı- ğını, kendisine üstatlık yapacağını bildirdi… Celaleddîn bu göreve hazır olduğunu belirtince Celaleddin ilmi ve tasav- vufi seviyesini test için kısa bir imtihandan geçirdi… Mev- lâna sınavdan başarı ile çıkınca, Şam diyarında kendisi için yapılan şu tesbit hatırlandı…

Baba, Bahauddîn’i Veled Hacc farizasını ifa edip Ana- dolu’ya müteveccihen yola çıktıklarında, Şam’a uğramış- lardı… Devrin ileri gelen ilim ve irfan ehli ile tanışıyorlardı. Keşfi açık zatlardan biri Baba ve oğlu bir arada ilerlerken görünce şu takdir duygularını izhar edivermişti.

“…Subhanallah… Ne hikmettir ki bir derya, bir ırmağın peşine düşmüş gidiyor...”

Bu keramet ile, gençlik döneminde bile gelecek zaman- ların Mevlâna’sının çapı keşfedilmişti… O günden sonra Mevlâna Celaleddîn Rumî; Seyyid Burhaneddîni veli’ye öğrenci ve mürîd oldu…

Şeyhinin kendisinden istediği Kübreviyye tarikatının evrad ve ezkarına uyarak tesbihata başladı…

Bundan sonraki dönem içinde MEVLÂNA’yı asırların etkilediği bir marka değer yapan; doğumu itibarı ile TİRMİZ’li, ancak ölümü ve şehir sevgisi ile Kayserili olan Seyyid Burhaneddîn Veli’ye aittir.

Babası vefat ettiğinde yirmi dört yaşında olan Mevlâna, babasının vekili olarak bir yıl kadar vaaz - irşad ve fetva vazifelerini mükemmelen yerine getirdi… Ancak Seyyid Burhanedîn velî’ye mürid olunca bu vazifelerini terk etti… (m. 1232)

Seyyid Burhaneddîn velî, delikanlı Celaleddîn’in bilgi birikiminde seçkin bir konumda olduğunu görmüş, iç âlemi- nin ise işlenmeyi bekleyen bir cevher olduğunu keşfetmiş- ti…

Mevlâna medresede ders veren bir öğretim görevlisi olduğu halde Seyyid Burhaneddîn Velî’nin müridi olmayı kabul etmesi TEVAZU konusunda örnek teşkil edecek bir davranıştır.

Böylece Seyyid Burhaneddîn Velî’nin irşadı ile yavaş yavaş iç âleme yöneliş başlamış, irfanî tecrübeler elde edilmiş, zahiri ilimlerde mükemmel olan Mevlâna, manevî ve Batınî ilimler konusunda da büyük mesafeler kat etmiş- tir.

Gerçekleri iyi araştırıp kavradığı için “Muhakkık ” insan- ların iç âlemi, gönül dünyalarını rahatça gördüğü sırları ha- ber verdiği için”Seyyid-i sırdan” yani sırların efendisi sıfa- tını almış olan, Seyyid Burhaneddîn Muhakkık-ı Sırdan-ı Tirmizî manevi gelişim için sadece Mevlâna’ya has tekil mürşid olmuştur…

Mevlâna’nın Seyyid Burhaneddîn Velî ile olan talebeliği dokuz yıl sürdü…

Bu dönem içinde insanoğlunun beşeri zaaf ve ruhi has- talıklarından, benlik gibi manevi eksikliklerden arındı. Bu dokuz yıllık süre içinde Seyyid Burhaneddîn velî Mevlâ- na’nın babasında ne almışa tüm birikimlerini oğluna aktar- mış oldu. Birinci dersleri Baba Bahauddin-i veled’in MAA- RİF isimli eserini sürekli okutmaktı…

Öğretmen öğrenci ilişkisi sona erdiğinde, sevgili öğren- cisini İslam dünyası ile iletişim kurmak ve yeni yüzler tanı- mak gayesi ile Halep ve Şam’a gönderdi…

Seyyid Burhaneddîn Velî ise sevdiği şehir Kayseri’ye döndü… Bir kaç defa Konya’ya gitmiş orada uzun süreler kalmış olmasına rağmen, Seyyid Kayseri’ye yerleşmeyi tercih etmiştir.

Kayseri’de onu himaye eden bir ev sahibi olduğu mu- hakkaktır. Nitekim Kösedağ Meydan muharebesinde yenik düşen Selçuklu Devleti, Kayseri hâkimiyetini Moğollar’a bı- rakmıştı… Moğollar’ı temsil eden Kayseri veziri Isfahanlı Sahip Şemseddin, Seyyid Burhaneddîn Velî’nin hamisi ol- muştur. Kayseri’ye yerleşme niyetinin bu tür bir siyasi bir himayeden kaynaklandığı söylenebilir…

Seyyid Burhaneddîn Veli Kayseri’ye geldiği dönemde, Şems-i Tebrizî’nin de kısa süre bile olsa Kayseri’de olduğu rivayet edilmektedir. Ancak Şems-i Tebrizî- Mevlâna bu- luşması Seyyid Burhaneddîn velî’nin muhtemelen vefatın- dan sonra, 1244 yılında gerçekleşecektir…

Kendi adına yaptıran bir çeşme kitabesinde Şemsi Tebriz-î ibaresi geçmektedir… İki gönül dostu bir süre Kay- seri’de beraber olmuş veya Seyyid Burhaneddin Konyada iken, Şemsi Tebriz-înin Kayseri’de bulunduğu ihtimal dâhi- lindedir…

Bu dönem, AHİ EVRAN’nın üstadı Evhauddin Kirmanî de Kayseri’de bulunması ihtimal dâhilindedir… Kirmanî 1234 yılında şehrimizden ayrılmış Bağdat’a yerleşmiş ve orada vefat etmiştir.

Mevlâna’nın dört veya yedi yıl süren Halep ve Şam eği- tim gezisinde O’nu Kayseri’de bekledi… Bu dönem zarfın- da Seyyid Burhaneddin Veli, HUNAT medresesinde irşad faaliyetlerine devam etti.

Yıllar akıp gitti… Nihayet Mevlâna Kayseri’ye şeyhinin yanına döndü… İki dost hasret giderdikten sonra Seyyid Burhaneddin,  Mevlâna’ya hitaben;

“Allah’a hamd olsun ki bütün zahiri ilimlerde Babandan kat be kat ilerdesin… Ancak ledün ilminin İncilerini bulabil- mek için biraz daha çalışmanı istiyorum. Arzum benim ne- zaretimde HALVET’e girmendir. “ dedi.

Talep kabul olunca, Seyyid Burhaneddin Veli muhte- melen Hunat medresesinde Mevlâna için bir oda hazırla- dı… İhtiyaç miktarı su ve ekmekten başka bir şey olmayan oda da artık Mevlâna, yaratanı ile baş başaydı…

Kırk gün sonra Seyyid Burhaneddîn Velî, kapıyı açtı… Mevlâna’yı tam bir huzur içinde gördü... Müthiş bir manevi ilerleme gören Seyyid, temel ihtiyaçlarını verdikten sonra tekrar kapıyı kapattı ve ikinci halvet yani kırk günlük, Allah ile baş başa olma hali başlamış oldu…

İkinci halvet bitmiş ve Seyyid Burhaneddîn velî kapıyı açtığında, Mevlâna üzerindeki manevi oluşumun uç nokta- lara geldiği görmüş ancak tekrar kapıyı kapatarak üçüncü halvet dönemine başlanmış oldu.

Yüz yirmi günlük, yalnızca Allah ile olma hali tamam- landığında, Mevlâna şeyhini gülerek karşıladı.

Seyyid Burhaneddîn Veli, Mevlâna’nın gözlerinin içine baktığında ilahi bir denize dönmüş bir sonsuzluk gördü   ve

şükranlarını Yaratan Rabbine arz etti… Mevlâna’ya hita- ben:

“Akli, nakli, kesbi ve keşfi ilimlerde eşi ve benzeri olma- yan bir insan oldun… Bu halinle manevi sırları bilme- haki- kat ehlinin sîretlerini çözme- gizli sırları keşfetme gibi özel- likler kazandın… Tüm velilerin parmakla göstereceği bir ki- şi oldun…”

“Şimdiye kadar gelmiş geçmiş tüm şeyhler senin gibi  bir sultanın huzuruna nasıl ulaşacağını ve senin bu vuslat makamına nasıl eriştiğini öğrenmek için hayret ve şaşkınlık içinde gelip geçtiler.”

“Allah’a hamd olsun ki zayıf ve güçsüz bir kul olarak hocan senin bu halini görmüştür…”

“BİSMİLLAH… Diyerek yürü… İnsanların ruhunu taze bir hayata, hesapsız bir rahmete gark et… Böylece kendi mana ve aşkınla dirilt  “ dedi.

Bu konuşma bir anlamda DİPLOMA töreni idi… artık şeyhinden icazet alan Mevlâna, şeyhi Seyyid Burhaneddîn velî ile birlikte Konya’ya hareket etti.

Mevlâna Konya’ya ulaşır ulaşmaz irşad görevine baş- ladı… Şeriat ilimlerinin öğretilmesi ile meşgul olarak vaaz ve nasihat ile zikir kapılarını açtı.

Mevlâna bu dönemi şöyle özetler.”Ömrümün özeti    üç

şeyden fazla değildir. Ham idim… Piştim… Yandım…”

Seyyid Burhaneddîn Velî müridlerinin not tuttuğu vaaz ve irşad sahifelerinden müteşekkil maarifinde, Mevlâna’ya hitaben tüm Müslümanlara şu önemli öğütleri verir:

“Nefsine düşman ol… Çünkü O; Bana düşmanlık edişte ayak diriyor… Kim nefsini kötü arzularından alıkoymuş ise onun mekânın cennettir…”

“Allah ve Resulüne itaat edin… Suçu terk etmek itaatin ta kendisidir. “

“Tertemiz bir ağaç gibi Din ağacıda terbiye ile kuvvet- lenir…”

Mevlâna babasının vefatından sonra Seyyid Burhaneddîn Velî gözetiminde geçen dokuz yıllık eğitim veya pişme dönemi, Mevlâna’nın sufî- şair muhakkık şah- siyetinin oluşmasında fevkalade etkili olduğu önemli bir aşamadır… Bu dokuz yıllık eğitim döneminde Mürşidi- Ho- cası Seyyid Burhaneddîn Veli, onu yetiştirmiş, pişirmiş ve olgun bir kıvama getirmiştir.

Seyyid Burhaneddîn Velî, bir süre Konya’da kalıp yetiş- tirdiği öğrencisinin, eğitim ve irşad faaliyetlerini gördükten sonra gönül rahatlığı ile çok sevdiği Kayseri’ye dönmeye karar verir.

Mevlâna’nın üstadının ayrılmasına gönül rızası olmadı-

ğını hal yolu ile arz ettiğinde şu cevabı alır:

“Konya’da güçlü bir Aslan peyda oldu. Aynı mekânda  iki Aslan olmaz. “  ifadesi ile artık Mevlâna’nın irşad  maka-

mında olduğunu, keşfi açık üstadının niçin böyle bir cevap verdiğini sonraki günlerde anlayacaktır…

Artık Mevlâna Seyyid Burhaneddîn veli’nin maddi ve manevi irşadı içinde olgunlaşmış baştan aşağı nur olmuş- tu…

Mesnevî’de bu olgunluk çağına değinerek şöyle diyor: “Piş    olda     bozulmaktan   kurtul…           Yürü!  Burhan-ı

Mukakkık gibi nûr ol… Kendinden kurtuldun mu tamamıyla Burhân olursun, Kul olup yok oldun mu, Sultan kesilirsin “

Tespiti ile artık hamlığın olgunluğa eriştiğini dile getiri- yordu…

Mevlâna Celaleddîn-i Rumî, Kübreviyye tarikatının; ba- basından ve hocası Seyyid Burhaneddîn Velî’den öğrendi- ği prensiplerini geliştirmiş, aynı zamanda İmam Gazâli’nin şeriat çizgisinde kaleme aldığı tasavvufî eserlerinden feyz almıştır. Üç üstadın düşüncelerini ve görüşlerini geliştirerek Kübreviyye metodu artık Mevleviyye olarak sonraki asırlara ulaşacaktır…

Seyyid Burhaneddîn velî, artık yaşlandığının ve ömrü- nün son baharında olduğunun bilincindedir… Mevlâna’ya icazet verdiğinde kendisinin yetmiş beş yaşında, öğrencisi ise hayatının tam olgunluk çağındadır. Bu yüzden son gün- lerini, Darül Fetih diye isimlendirilen KAYSERİ’de geçirme- yi arzu edecektir…

Kayseri Valisi Emir Sahib Şemseddin Isfehanî, Seyyid Burhaneddîn Velî’ye karşı muhabbetle bağlıdır. Konya’ya gitmeden önce zaman zaman Ali Dağı’na çıkar, yalnızlığın verdiği hüzünle Zikir ve oruçla ibadetine Ali dağı’nda de- vam ederdi… Eski dost ve hatıralar nedeniyle üstad, sev- diği şehir Kayseri’ye döndü.

Kayseri halkı Burhaneddîn Velî’nin dönüşüne çok se- vinmiş ve büyük Velî’yi bağırlarına basmıştır…

Artık HUNAT medresesi Seyyid için son mekânlardan birisidir… Burada tekrar müderrisliğe ve yakınlardaki mükremin mahallesi HAKIRDAKLI camiinde imamlık göre- vini yerine getirmeye başlar…

Bazı zamanlar “namazda cezbe hali ”oluştuğunda, uzun süre ayakta kalmasına rağmen cemaat bu manevi halin uzamasından şikayet etmez ve severek cemaat’e de- vam ederlerdi..

Öğrencilerine icazet, cemaate imamet derken, bir gün, Seyyid Burhaneddîn Velî, son günlerini hatta son saatleri- ni yaşadığını keşfeder… Bu hal onun kerameti olarak kay- dedilir…

Yardımcısından gusül abdesti almak için su ısıtmasını ister… Köşesine çekilir ve”… İnşallah beni sabredicilerden bulursun…” (saffat, 102) ayet-i kerimesini tekrar ederek Kelime-i Tevhîd eşliğinde ruhunu teslim eder…

Kayseri Valisi Sahip Şemseddin Isfehanî dostunun ve- fat haberini alır almaz koşarak Üstad’a varır ve gerekli techiz ve tekfin işlerini bizzat denetleyerek, fakirlere sada- ka dağıtarak, hatimler okutarak, Seyyid Burhaneddîn Ve- li’ye layık bir şekilde cenaze töreni düzenler.

Seyyid Burhaneddîn Velî’nin Konya dönüşü Kayseri’de tam beş yıl kaldığı ve ne zaman vefat ettiği konusunda gö- rüş ayrılıkları vardır… Kesin vefat tarihi belli değildir.

Bir görüşe göre 1243 yılında Kayseri’ye gelmiş ve be- lirttiğimiz gibi Sultan Alaâddîn’in eşi Mahperi Hatun tarafın- dan yaptırılan Hunat Hatun Medresesi’nde öğretim görevli- si olarak ders vermeye başlamıştır.

Mevlâna Celaleddîn Rumî, şeyhini ziyaret için Kayse- ri’ye geldiğinde bir vakfiye de ismi, Seyyid Burhaneddîn Velî ile beraber şahit olarak belirtilmekte ve tarih 1246 se- nesini göstermektedir.

Ölüm 1240 tarihi olarak başlayarak 1251 tarihine kadar muhtelif kaynaklarda zikredilmektedir.

Üstad’ın ölüm tarihi çoğu kaynakta sürekli değişik gös- terilmiş bir ittifak hâsıl olmamıştır. Akademik kaynaklar, ölüm tarihini 1240 veya 41 olarak zikretmektedir. O zaman üstad Moğol istilasından önce vefat etmiş bulunmaktadır…

Bazı kaynaklar ölüm tarihini 1250 ‘li yıllara kadar uzat- tığında ise, Seyyid Burhaneddin veli’nin Moğol istilası sıra- sında  Konya  da  olduğu,  tehlike  nedeniyle,   Mevlanının,

şeyhini Kayseri ye göndermek istemediği kıssası gerçeklik kazanmış olmaktadır…

Ağır yenilgi sonrası üstadın Kayseri’ye dönme ve yara- ları sarma niyeti yüksek ihtimal dâhilindedir…

Kayseri de Ahiyan ve Baciyan-ı Rum’un Moğollar ko- nusundaki görüşleri ile Seyyid Burhaneddin veli ve Mevla- na’nın görüşleri tamamen ters kulvardadır…

Moğollar’ın Kayseri’den sonraki en büyük hedefleri başkent Konya idi ancak Seyyid Burhaneddin veli ve Mev- lana gibi, musibetle daha önce tanışmış olanların barış ve teslim görüşü ağır basarak, şehir direniş olmadan teslim edildi… Bu nedenle Konya harap olmadan, tarihi miras gü- nümüze taşınabildi…

Moğol hâkimiyeti ise Anadolu da bir asır devam etti. Bu zaman içerisinde Müslüman olan işgal güçleri asimile ola- rak hayatiyetlerini devam ettirmişlerdir.

Bu zikredilen tarihleri göz önüne alırsak, Seyyid Burhaneddin veli, ortalama 78 veya 82 yaşına kadar hare- ketli ve bereketli bir ömür içinde tarihte seçkin bir şahsiyet olarak yer aldığını belirtebiliriz.

Seyyid Burhaneddîn Veli’nin vefatından hemen sonra Kayseri Valisi Sahip Şemseddin, Mevlâna’ya bir mektup göndererek şeyhinin vefatını bildirir.

Mevlâna mektubu alır almaz Kayseri’ye gelir…

Vali Şemseddin İsfehanî Mevlâna’yı Kayseri’de mü- kemmelen ağırlar misafir eder… Konya’ya dönme vakti geldiğinde merhum Seyyid Burhaneddîn Velî’nin şahsi eş- yalarını, telif ettiği eserlerini Mevlâna’ya verir.

Mevlâna üstadından kalan bu hatıraları alarak Kon- ya’ya döner…

Bu tevarüs nedeniyle belirttiğimiz gibi zaman içerisinde Kûbrevî tarikatı, Mevleviliğe dönüşmüş ve MEVLEVİ zikir silsilesi Seyyid Burhaneddîn velî ile başlamıştır. Menakibûl Arifîn de, silsile şu şekilde sıralanmaktadır: (sonda başa doğru)

Seyyid Burhaneddîn-i Muhakkık-ı Tirmizî- Bahaaddin Veled-

Abdullah Sarahsi-

Hatîb Belhî-Ahmed Gazzâlî- Ebu Bekir Nessac- Muhammed Zeccal –

Şiblî –

Cüneyd-i Bağdadî- Seriyyi Sekatî- Maruf-ı Kerhî-

Davud-ı Taî- Habîbi Acemî – Hasan-ı Basrî- Hz. Alî- (r.a)

Hz. Muhammed (S.A.V)

Tarikat silsilesinde Necmeddin Kûbrâ’nın isminin bu- lunmamasına rağmen, kaynaklar Bahaeddin Veled’in Hali- fesi olduğunu kaydetmektedir. Ayrıca Necmeddîn  Kûbrâ’nın on iki büyük müridi ve kendisinden sonraki hali- feleri arasında Bahaddin Veled zikredilmektedir.

Mevlâna Celaleddîn-i Rumî, Üstad’ının vefatından do- layı yalnız kalmamış, Seyyid Burhaneddîn Velî’nin ikinci seçkin müridi, Konyalı kuyumcu Selahaddin Feridûn’a (zerkup)daha sıkı bir şekilde bağlanmış ve en yakın dostla- rından saymıştır.

Şeyh Selahaddin, Mevlâna’nın üstadı Seyyid Burhaneddîn Veli’den feyz aldığı günlerde Üstad’ın kera- metlerinden birine şahit olmuştu…

Seyyid Burhaneddîn Velî ve Mevlâna’nın birlikte olduğu bir huzur anında Seyyid Burhaneddîn Velî’nin manevi biri- kimlerinin Mevlâna’ya bir NUR gibi aktığını görmüş, bu hal Selahaddin Feridûn’u çarpmıştı…

O günde sonra da Şeyh Selahaddin’de Mevlâna sev- gisi ayrı bir anlam kazanmıştır…

Seyyid Burhaneddîn Velî’nin bu iki seçkin öğrencisi için

şöyle dediği rivayet edilir:

“Bana şeyhim Sultan’ül Ulema’dan iki büyük güzellik nasîp oldu… Bunlardan biri KÂL (söz)güzelliği diğeride HÂL güzelliğidir.

KÂL güzelliği ( güzel söz söyleme yeteneği) Mevlâna Celaleddin’e verdim, çünkü onun HÂL ‘i fazladır ve HÂL güzelliğine ihtiyaç yoktur.

HÂL’imi ise Selahaddin’e bağışladım. Onunda KÂL’a ihtiyacı yoktur. “

Mevlâna bu taksimatı emir kabul etmiş ve Selahaddin Feridun’u arkadaşlarına başkan, kendisine vekil tayin et- miştir. Bu düzene uyma Mevlâna’nın HOCASINA karşı göstermiş olduğu saygının ötesinde, emre itaat ve çizgiden sapmamaya delildir.

Ayrıca Şeyh Selahaddin’ın kızını, büyük oğlu ve aynı zamanda kendisinden sonra temsilcisi ve manevi mirasçısı olan Sultan Veled ile evlendirmiştir. Bu evlilikten Sultan Veled’İn üç çocuğu olmuştur.

Mevlâna- Şems-i Tebrizî yakınlığı Seyyid Burhaneddîn’in vefatından sonra gerçekleşmiştir.

Seyyid Burhaneddîn Velî yaşamında olduğu gibi vaaz ve ders notlarının kitaplaştığı eserinde; İslam’ın emir ve yasaklarına harfiyen uyma zorunluluğunu belirterek şöyle devam etmiştir:

“Allah’ın salât ve selamı O’na olsun… Muhammed’in ayağının toprağıyım ben… O’da benim cânımın sevgilisi- dir.“ (Maarif, s. 56)

“Dünyada itibar edilecek söz, ya Kur’an ya da Ha- dîs’tir.” (s.75)

“Benim canım var oldukça Kur’an’ın kölesiyim. Mu- hammed Mustafa’nın (S.A.V) ayağının tozuyum.” ifadesi Üstad’ın ölçülerini ortaya koymaktadır.

Seyyid Burhaneddîn velî, yaşamı boyunca nefis terbi- yesine önem vermiş, İnsan-ı Kâmil olabilmenin yegane şar- tı olarak nefsin isteklerine karşı gelmek olduğunu belirtmiş- tir.

Yaşamı nefis terbiyesi ve oruçla geçen ve ifade ettikle- rini yaşayarak çevresine örnek olan büyük velî, insanoğlu- nu, aşırılık ve günaha meyleden içgüdüsüne dikkat çeke- rek (nefsi emmâre) bu isteklere esir olunmaması ve boyun eğilmemesini tembihlemiştir.

Bütün tehlike ve afetlerin tek kaynağı NEFS’e hâkim olmamaktır. Nefs’e hâkim olunmadıkça insanoğlunun dün- ya ve ahret mutluluğuna ulaşması mümkün değildir.

Kur’an-ı Kerim “Kim Rabbinin makamından korkup nef- sini, heva ve hevesinden alıkoyduysa işte muhakkak cen- net onun varacağı yerin ta kendisidir. “ (Naziat 41–42) Ayet-i kerimesiyle kurala uyanlar müjdelenmiştir.

Bu ayet-i kerime ışığında Üstad; “Nefsin istek ve arzu- larına aykırı davranmayı, bu uğurda Cenab-ı Hak’ın yardı- mına sığınmayı tavsiye eder, şöyle der: Nefsi Emmareye (içgüdüsel günah işleme dürtüsü ) aykırı davrandın mı, Yü- ce Allah seninle barışır… Fakat nefsin ile barışır isen Rab- bin ile savaşa girmiş olursun. “ tespitinde bulunmaktadır. (age. Shf, 80)

Bir başka sohbetinde;

“Cehennem yolu o kadar hoş, o kadar gönül çekici ol- masaydı, binlerce günahkâr kendisini, ebedi cennetten mahrum etmezdi…” tespitini şu hadis-i şerifle kuvvetlen- dirmektedir: “… Cennet hoşlanılmayan şeylerle çevrilmiş- tir.” (Suyutî, C. Sağîr 1/145) Bu hadisi şöyle izah eder:

“Dünyadan şehvetle elde ettiğin yasaklanmış her haz ve lezzet, bil ki cehennem tavanıdır.” (age. 75)

MAARİF: Maarif veya makalât isimleri şeyhlerin müridlerine yapmış oldukları özel sohbetlerin derlenmesin- den veya bir müridin not almasından sonra oluşmuş eser- lerdir.

Mevlâna’nın babası Sultan’ül Ulema’nın müridlerine vermiş olduğu ders notlarından maarif ismi ile üç ciltlik   bir

eser meydan gelmiştir. Aynı şekilde Seyyid Burhaneddîn Velî’nin tasavvuf ve ahlak içeren konulardaki sohbetlerinin not edilmesi ile oluşan kitaba da Maarif ismi verilmiştir.

Bazı menakıp kitaplarda Seyyid Burhaneddîn Velî’ye atfedilen ancak dini kurallar çerçevesinde olaylar incelen- diğinde Üstad ile bağdaşmayan bazı menakıplar maalesef tarih olarak aktarılmaktadır.

Bunlardan en önemlisi Moğollar’ın Kayseri’’yi tarumar edip, taş üstüne taş bırakmadığı savaşın insani boyutlarını aşan safhasında Seyyid Burhaneddîn Velî, dergâhında oturmaktaymış, dergâha gelen Moğol askerlerini azarlamış daha sonra Moğol askeri Üstad’ın üzerine altın saçmış vs.

Büyük mürşidi, Necmeddin-i Kübra Moğollar’a karşı savaşarak şehid düşerken, Seyyid Burhaneddîn Velî üm- met kırılırken tek başına tekkede oturması her bakımdan şeriata aykırıdır.

Ayrıca tarihi kronoloji, incelendiğinde değişik varsa- yımlardan söz etmek gerekmektedir. Örneğin, Moğol isti- lasında Seyyid Burhaneddîn Veli’nin Konya’da olduğunu veya Moğol valisi sahip İsfehani ile olan dostluğun savaş- tan sonra oluştuğu rivayet edilmektedir. Bir başka görüş ise;

Moğollarını neler yapabileceği konusunda, hayatlarını feda ederek acı bir tecrübe birikimine sahip olan Seyyid Burhaneddin ve Orta Asya kökenli Maveraünnehir âlimleri,

Moğol belasından en az zararla nasıl çıkılır hesabı yap- maktaydılar…

Ahiler’in bu tür bir acı tecrübe ile karşılaşmamaları on- ları Cihad ruhunun verdiği atağanlıkla, sulh’a değil savaş’a itiyordu… Ayrıca Türkmen olan Ahiler ile sonradan Anado- lu’ya yerleşmiş Kırgız ve Tacik’ler arasında, rekabet ve uyumsuzluk gibi bazı menfi farklılıkların olduğunu belirtmek gerekmektedir… Kendilerini yerli nüfus olarak görüp Milli- yetçilik içgüdüsü Ahi’lerde ağır basmıştır

Maveraünnehir ve Horasan muhacirleri, akranlarını veya büyüklerini feda edip acı bir tecrübeye sahip oldukları için Moğolları en iyi bilenler olarak çözümler geliştiriyorlar- dı.

Ahiler ve diğer yerli halkın, Moğollara isyan tutumu içi- ne girmemesini tavsiye eden, muhtemelen bilek gücü ile yenmenin teknik zorluklarını yaşayarak gören bu insanlar, Moğollarla antlaşmanın veya savaşsız teslim olmayı ön- görmeleri asla ihanet olarak düşünülmemelidir…

Muhtemelen bir keşif veya ilham türü bir tahmin, Mo- ğolların yıllar içinde İslam’la müşerref olup, kavimler mozayii içinde eriyeceklerini de keşfetmiş olabilirler…

Bu ikilem daha sonraki dönemlere de yansımış, Moğol hâkimiyeti veya Beylikler arasında tercih yapma durumun- da olan Mevlevilerin bu konu için verdikleri cevabı tarihçi Prof. Dr. Osman Turan şöyle naklediyor:

“Selçuklu ve İlhanlı Devlet nizamına bağlı kalan Mevle- viler, daima devrin iktidarına itaatkâr davranmış ve bu se- beple, Türkmenler ve Karahanlılara karşı bu konuda aleyh- tar olmuşlardır. Karamanoğulları bu konuda ulu Arif Çelebi ye sitemde bulunduklarında, şu cevabı alırlar: Biz derviş olduğumuzdan, Allah’ın iradesini ve devleti kime verdiğine bakar, onun yanında yer alırız… Nitekim bu gün de Allah; Devleti Seyçuklulardan alıp, Cengiz hanlılara ısmarladı… Cevabını vermiştir. “

Bir başka hatalı menkıbe, kendisi ile eğlenen veya kü- çük gören bir genci beddua ile ağzını felçli konuma getir- mesidir… Mevlâna’nın Seyyid Burhaneddîn Veli’yi At’tan düşürmesi, akabinde kırılan ayak parmaklarını hemence- cik iyileştirmesi gibi hikâyenin tasavvuf adabı ile uyuşması mümkün olmadığı için bu tür hikâyelere çalışmamızda yer vermedik.

Üstad kendi eserinde Keramet izharının en büyük mu- sibet olduğunu beyan etmektedir.

Genel olarak menakıp kitapları, belli bir çevrenin veya üstadın hayatını bizlere aktarırken abartıya kaçmış olabi- lir… Gerek evliya yaşamlarını gerekse bir şahsiyetin ya- şam öyküsünü tek elden dinlerken ölçü mutlaka Dini kural- lar olacaktır.

Dini kurallara uymayan görüşleri, ya müellifin aşırı sev- gisi nedeniyle üstadını yüceltme gayretine veya Bir sonraki dönem yazılan menakıp kitaplarında ise çevre ve    müntesiplerin efsanevi katkıları, gerçekmiş gibi aktarmasına yor- mak gerekmektedir…