Günümüzde iman etmiş tüm bireylerin kendisine has, dini yaşamlarından söz edilebilir…
Bir kişinin “İMAN” çizgisinde olup, mü’min sıfatı ile ta- nımlanabilmesi için, açık yüreklilikle; isteyerek, Kelime-i Tevhid ve Kelime-i Şahadet getirmesi, kısaca Allah ve Re- sulüne iman ve itaat teminatı vermesi yeterli olmaktadır…
İman etmek, kimlik olarak, “MÜMİN” olmak gibi mü- kemmel bir kazanç sağlamasına rağmen, bu kimliğin içini doldurmak için; ibadet-emir ve yasaklara uyma, aynı za- manda inanç bütünlüğü gerekmektedir.
Kısaca, iman esaslarının altı, İslam’ın beş temel şartını yerine getirmek, ayrıca Kur’an ve sünnetle belirlenmiş ve “HELAL” veya “HARAM”dır diye tasnifi yapılmış, kurallara uymak, bu emirleri yerine getirmek, kişiye artı bir etiket bahşetmektedir ki, bu güzel etiket “MÜSLÜMAN” olmaktır.
Tasavvuf, bu iki tanımın ilerisidir… İman edip emir ve yasaklara uyarak “FARZ” ibadetleri yerine getiren birey, ALLAH’a daha fazla yakın olabilmek için bir üst yaşam bi- çimini tercih edebilir.
İşte bu yaşam biçimine “Tasavvufi Hayat” diyoruz… Hemen belirtelim ki,“ TASAVVUF” deyince, Müslüman-
ların aklına, tanımlar değil, belirli bir hayat tarzı ve bu hayatı yaşayan insanlar gelir.
Büyük mutasavvıfları düşündüğümüzde aklımıza gelen ilk düşünce; onların ahlakı, ALLAH’a karşı samimi duygu ve bağlılıkları gelir…
O halde tasavvuf, dini sadece kurallar manzumesi ola- rak görmeyip, O’nun derin manasına nüfuz etmeye çalış- mak, dolayısı ile manevi yaşam alanını, maddi yaşamdan daha fazla üstün kılmak şeklinde ele almak demektir…
Mutasavvıf hiçbir zaman İSLAM DİNİ’Nİ, ilim konusu, kültürel hayat olarak görmemiş, İslam’ın ancak yaşandığı zaman bir manası olabileceğini söylemiştir.
Bu tanımlar ışığında tasavvufi hayatı üç ana madde içinde özetleyebiliriz:
Resulullah s.a.v efendimiz’in dünyevileşmeyi tavsiye etmeyen uyarıları ve kendi yaşam biçimi, en yakın arka- daşlarının zenginlik içinde mütevazı yaşamları ki Hz. Os- man ve Hz. Ebu Bekir’in o dönemki şahsi servetleri bu günkü değerlerde küçümsenmeyecek boyutta olduğu ger- çeği inkâr edilemez… Tasavvuf bu örneklerle vucud bul- muştur…
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ali, Allah onlardan razı olsun Tavavvufi yapılanmanın piri ve üstadı olmuşlardır…
Tasavvuf’un tarihi seyrini kısaca bölümler halinde ince- lemek gerekirse; Hicri birinci asırdan itibaren başlayan dö- neme “ZÜHD” dönemi denmiştir. Sahabe ve Ashab-ı suffa’nın yıldızları zaten yaşamın en saff olanı ile iç içe ol- dukları için hicri 1. asır literatüre girmiştir
İslam dünyasının fetihlerle genişlemesi ve değişik etnik kavim ve dini inanış içindeki insanların Müslüman olması, dini duyarlılıklarının henüz gelişmemesi, elde edilen devlet gelirinin olağanüstü artması, Müslümanların refah toplumu haline gelme endişesi, tasavvufun müstakil bir ilim tarzı olup gelişmesine neden olmuştur.
Refah-dünyevîleşme- dinî ilimlerde eksiklik gibi bireysel problemler, kişiler üzerinde olumsuz etki oluşturmaya baş- ladığında,
Refah içinde mütevazı yaşamı seçip, dinî bilgileri öğ- renmeyi yaşamda birinci öncelik gören bir sınıf oluşmaya başlamıştır
Daha sonra ki dönemlerde zarurat-ı dinîye diye şöhret bulan, asgari dini bilgilerin öğrenimi ve yaşamda sıkı sıkı- ya uygulama şekline tasavvuf denmiş ve ilk olarak BAS- RA’da zuhur etmiş ve bu tasavvuf kolu zaman içinde “IRAKîLER” diye şöhret bulmuştur.
İlk tasavvuf ehli, Ebû Haşim Sufî’dir. Hicrî 150 tarihin- de vefat ettiğine göre sahabe torunlarını görme ihtimali yüksektir.
Kurumsal olarak kurulan ilk tasavvuf tekkesi Suriye’de REML şehrinde kurulmuş Ebû Haşîm tekkesidir. Ebû Ha- şîm Sufî ile birlikte, Süfran-ı Servî (h.161) Hasan-ı Basrî
,Şeybetü’r Raî, Rabiatü’l Adevviyye, Zunnun-ı Mısrî , Ebû Yezîd Bistamî, Malik Bîn Dinar, ik sufîlerden sayılan tabiin veya etbayıtabiin(sahabeyi gören- sahabeyi göreni gören, onlarla sohbet eden) olarak tasavvuf tarihinde derin iz bı- rakan bu mümtaz şahsiyetlerin yaşam biçimi;
İBADET- AHLÂK- İSTİKÂMET olmuştur..
Hicrî ikinci asır büyük mutasavvıfların hayat hikâyeleri- ne kısaca değinildiğinde ilk akla gelenler şu isimlerdir: