Mehmet Hüsrevoglu:   "KUR’AN DA ZİKİR VE DUALAR" Kitabı Sayfa İçeriği

Mehmet Hüsrevoglu

Bu Sayfayı Paylaş; Bu sayfa 1028 Kez görüntülendi.

UMRE’DE DİKKAT EDİLECEK KONULAR

Nafile bir ibadet olmasına rağmen İslam dünyasında, son dönemlerde bir öze dönüş, köklere sarılış süreci içinde, ortalama her on aileden biri kutsal toprakları ziyaret etmektedir…

Umre’nin müstakil bir ibadet olduğu düşünüldüğünde, hem nafile ibadet hem de ümmetin ortak mülkü olan kendi öz vatanını ziyaret, bir anlamda sılai rahim yapmakla ibadet oranı katmerleşmektedir…

Harameyn toprakları hepimizin ortak mülkü olduğu için kendimizi orada misafir hissetmeyiz bu nedenle de seferi sayılmayız…

Hiç kimse Harameyn’de tutuklanamaz, eza ve cefa göremez… O masum bölgede suç işlenemez…

Öz vatanımızı ziyaret ederken toprak bizi de çekim alanına almaktadır…

Köy’den şehire hicret etmiş bir şahıs nasıl öz yurdunu unutamaz, en azından birkaç yıl içinde, kısa dahî olsa anavatanını, toprağını koklama ihtiyacı hissederse, Haremeyn toprağı da bizler için öyledir… Kendisini özleyenleri çekip getirir uzak beldelerden…

İnsanoğlu, gönül dünyasının hali ve konumuna göre gözlerine komut verirmiş…

Gönül iyi ve güzeli görmek eğiliminde ise bu hal gözlere yansır, kerih olan manzaradan bile iyi olanı seçip çıkartabilirmiş…

Nebî sav efendimiz, arkadaşları ile Medine sokaklarında gezerken, ölmüş bir köpeğin yaymış olduğu pis koku ve görüntüsü karşısında, arkadaşlarının hoşnutsuzluğunu görünce, köpeğin güzel dişlerini göstererek, bir vakıadan ne tür bir örnek çıkarılacağını bizlere öğretmiş oluyordu…

Kutsal topraklara adım atan insanımız öncelikle, şehir planlamacısı, çevre mühendisi, zabıta görevlisi gibi uhdesine ek görevler almamalı, MekkeMedine imar müdürü olmamalıdır…

Bazı misafir kardeşlerimiz, yol kenarındaki her hangi olumsuz temizlik işini, devasa problem sayarak başlıyor tenkit serenatlarına…

Bu şahsın geldiği ülkesi veya şehri, sanki kozmik bir alanmış da, olumsuzlukları ilk kez görüyormuş mübarek…

Unutulmamalı ki biz bu mekânlara kusur aramaya değil, varsa kusurları örtmeye geldik…

Nebi sav efendimizin, olumsuzun içinden, iyi bir noktayı tespit ettiği gibi bizlerde bu sünneti ihya edeceğiz. Ülkemiz insanının en büyük zaaflarından biri, kendisini kamusal müfettiş zannetmesidir…

Her şeyi tenkit etme, doğrunun kendinde olduğunu ilan etme, beğenmeme, aaah! Buraları biz yönetseydik, harika yapardık beyanları terk edilmeli, Beytullah’ın bir sahibi olduğu unutulmamalıdır…

Ağırlamak için Beyt’ine misafir çağıran ev sahibi, evinden hoşlanmayan misafirden nasıl memnun olabilir… Misafir olduğunuz bir yakınınızın evini, çevre düzenlemesini hatta size takdim ettiği nimetleri tenkit ederseniz,

bir daha o eve içtenlikle davet edilmeyebilirsiniz… Sevindirici olan olumlu gelişmelerden biri, ziyarete

gelen Dünya Müslümanlarının yaş ortalamasının elli yaş altına düşmüş olması hatta otuz yaş altı grupların ayrı bir heyecan içinde tavaf etmeleri takdire şayan bir gelişmedir…Minik ziyaretçiler ise ayrı bir tat oluşturmaktadır..

Sanki günah işlemeye yatkın bir mizacımız varmış gibi toplumumuza yerleşen, ilerleyen yaşlarda Hac ve Umre ibadetlerinin yapılacağı kanaati tamamen saçma ve dinimize ters olan bir alışkanlıktır…

Gençlik döneminde günah işleme hürriyeti varmış gibi bir yanlış anlayış içimize yerleşen kanser gibidir…

Genç yaşlarda ne yaparsan yap, yaşlanınca nasıl olsa bir af makinesi içine girer temizlenip çıkarsın mantığı Kilise mantığı ile örtüşmektedir…

Müslüman yarın ne olacağından emin değildir… Bu nedenle Tasavvuf öğretisinin “ Dem bu dem’dir, dem bu dem…” ölçüsü önemlidir…” Gün bu gündür saat bu saat…” Bir sonraki saat’te kimin yaşam garantisi olabilir…

Dinimizin zuhur ettiği ilk mekânları bire bir görmek, Beytullah’ta sürekli vakit geçirmek, Nebî sav efendimiz ve arkadaşlarının soluduğu havayı teneffüs etmek, çoğu nimetlerden daha üstündür…

Bu nedenle bir an önce çoluk –çocuk tüm aile efradı ile her hangi bir tatil projesini Umre programına dönüştürmek alışkanlık haline gelmelidir…

Kutsal toprakları ziyaret için niyet edildiğinde, önceliklerden biri, olası menfi bir duruma duçar olunduğunda, derdinizle hemdert olacak bir veya iki arkadaş bulmak seyahat’in huzur ortamında geçmesi için ilk hazırlık sayılabilir…

“ Evvel refîk ba’del tarîk…” atasözü günümüzde de geçerliliğini korumaktadır… Yola çıkmadan önce arkadaş bulmak…

Dört, azami beş kişilik arkadaş grubu, anında karar almak, taksi ile intikal vb. konularda sorunsuz bir seyahatin ilk basamaklarıdır…

Özellikle çok arkadaşlı gruplarda en büyük zaaf, sıcak sohbet ortamlarının oluşması ile ibadet ve ziyaret eksikliğinin meydana gelmesidir…

Her türlü ibadet ve zikrullah’ın katlanarak geri döneceği müjdesi olan bir belde de birkaç refik bir araya gelince sohbet ortamı bir anda, oğullar, gelinler, mal-mülk hatta siyaset muhabbetine kadar inmekte bu tür hamasi sıcak sohbetlerin yeri, otel lobisi veya havaalanı değil, Beytullah’ın içinde olması üzüntü kaynağı oluşturmaktadır…

Umre ibadetini yerine getirmek için mesafe kat eden kardeşimize tavsiye edilebilecek en önemli ikinci nafile ibadet, SUKUT orucu olmalı ve tüm mesai Harem-i şerif içinde Allah için, zikrullah olmalıdır…

” Bir kez ALLAH dese AŞK ile lisan Dökülür cümle günah misl-ü hazan… “

Ölçüsü unutulmamalıdır…

Ömrümüz hep dedikodu ile tükeniyor… Umre seyehati sırasında, Zikrullah’tan başka hiçbir kelam dilimize yâr olmasa, konuşma özürlü kardeşlerimizle bir duygudaşlık yapıp, sadece Yaratan ile baş başa kalmayı becerebilsek, umre günlerini başarı ile gerçekleştirmiş hatta sınavı kazanmış sayılabiliriz…

Türkiye’den gelen kardeşlerimizin bir kısmı, Kur’an okuma konusunda usta olamama, Harem-i şerif’te bulunan Mushaf’ların yazı stiline (Hat) alışık olunamaması özrü nedeniyle, oransal bir rakam verilecek olursa, , Türklerin yüzde yetmişi Kur’an tilaveti ile ciddi problem yaşamaktadır…

Kur’an okuyacağım ama yazısı karışık bahanesine sığınan kardeşlerimize iletilebilecek tek tavsiye, ezberlerinde olan sureleri Kur’an’dan okumak sureti ile hem yazı stiline alışmak hem de tilavet sevabı almak gibi iki önemli görev yerine getirilmiş olur…

Bahanelere sığınmayan bir insan, Yasin-TebarekeAmme gibi âşina sureleri defalarca okuyabilir…

Kur’an okuma, Tesbihat veya birkaç tavaf’tan sonra başlayan yorgunluğun tek ilacı, Allah’ın evinde gönül penceresini açıp, dudaklarımıza fermuar çekerek, en basit bir eylem olarak Beytullah’ı seyretmek, Her türlü zikir çeşitlerini terennüm etmek, Düşünmek-tefekkür etmek, arkadaşla sohbet etmekten binlerce defa üstün olan bir ibadet ve dinlenme biçimidir…

Beytullah’ı seyrederken geçmişini düşün… Gün ve ay mefhumunu unutarak sadece tavaf seyrini düşünmek… Seyir keyfiyle birlikte düşünmek…

Beytullah ve çevresi, memnuniyet ortalamasının üzerinde temizlikçi orduları tarafından temizlenmekte ve bu esnada, eziyet vermeden işlem devam etmektedir…

Suskun, sakin, mazlum temizlik görevlileri gayretlerinden dolayı küçükte olsa bir sadakayı hak etmektedirler…

Dünya Müslümanlarının yarısı, zalim Batı tarafından yaklaşık yüz elli yıldır sömürüldüğü için, resmi verilere göre yaklaşık günde iki dolar kazanmaktadır…

Sen, ben veya bir başka ülkemiz insanı, günlük iki dolar ile geçimini temin etse, nasıl bir yaşam aklınıza gelebilir… Hayalinizde canlandırarak lütfen düşünün…

Kutsal topraklarda ibadet etme aşkı sadece zengin Müslümanlara tanınmış bir imtiyaz değildir…

Özellikle bu denli yoksulluk içinde olan kardeşlerimiz yıllarca biriktirebildiği iki yüz veya üç yüz dolarla, Gemi anbarlarında günlerce süren meşakkatli bir yolculuk sonucu Beytullah’a yüz sürmektedirler…

Oteli, düzenli yemeği olmayan kardeşlerimiz, eğer sokakta yatıyor, yol kenarında yemek yiyor ise asla küçük görmemeli, arkalarından tenkitvari söylemler geliştirilmemelidir…

Ortalama Türkiyeli bir Müslüman için iki bin dolar nasıl küçümsenmeyecek bir meblağ ise, fakir Müslüman kardeşlerimiz için de iki yüz dolar aynı seviyededir…

İki yüz dolar kimi ülkemiz insanı için küçük bir hediye parasıdır…

O halde ev sahibinin bahçesinde gecelemeyi göze alan misafire kötü gözle bakmak KİBİR afetinin katmanları olarak düşünülebilir…

Mustaz’af (zayıf) bir mü’mini hor görmek, kutsal mekânda işlenebilecek en büyük ahlaki bir cinayet olduğunu peşinen kabullenmek gerekmektedir…

KİBİR ve UCUB afeti, imanı eriten bir manevi kezzap olduğu unutulmamalıdır…

Bol yıldızlı otellerde konaklayan misafirlerin, duygudaşlık yapıp, bir öğün bile olsa, Beytullah etrafında oturmuş, hazır yemeğini eline almış, hiç kimseyi umursamadan yemek yemesi, her kesimle eşit olmanın hazzını yaşaması, denenmesi gereken ayrı bir ayrıcalıktır…

Özellikle bizim insanımız için geçerli olan sürekli tenkit ve beğenmeme tutkusu, Haremeyn’e ulaşılınca mutlak terk edilmesi gereken alışkanlıklardan biri olmalıdır…

Haremeyn’de mutlu olabilmenin küçük bir sırrı, asla karışmamak olarak özetlenebilir… Hiçbir şeye karışma ve tenkit etme…

Yanlış namaz kılıyor, kıbleye ayağını uzatmış yatıyor, Kur’an yere yakın tutuluyor, sünnet kılınmıyor gibi benzeri tenkitlerin kimseye bir faydası yoktur…

Dünya Müslümanları tek mekânda toplanıyor… Değişik mezheb ve meşreb ten yüzbinler var…

İbadet şekilleri, davranışları değişik olabilir… Bizler yadırgamak veya yargılamak için orada değiliz… Sadece kardeşliği pekiştirmek için oradayız…

Unutulmamalı ki Kıbleye yönelen her Müslüman ne tür ve ne şekilde yönelirse yönelsin kardeşimizdir ve tenkit hakkımız yoktur…

TAVAF

Özellikle ülkemiz misafirleri, neredeyse tavaf alanının hâkimi olma arzusu ile din görevlileri komutasında, bir askeri düzen içinde dizilmiş ve gerekli komutları alacak düzeye geldikten sonra hep birlikte tavaf’a başlamaktadır… Komutanın, ”Bismillah” “Sübhanallah” komutunu askerler tekraren gür bir şekilde yerine getiriyor…

Tavaf, bu tür komutlarla devam ederken etraftaki diğer misafirlerin rahatsız olup olmaması hiç akla gelmemektedir…

Ayetle sabit olan temel öğretimiz; Dua ve zikirlerin gizli olmasıdır…

Bu nedenle tavaf alanında elde kitap, nasıl okuyacağını bilmeden, o hengâmede kitaptaki dua metinlerini çözmeye çalışan mü’min kardeşimiz hem kendisine hem de etrafındaki kardeşlerine sıkıntı verdiğini fark edememektedir…

Kırkelli kişilik gruplarla, bir birinden kopmamak için yanaşık düzen tavaf edilmesi diğer misafirler için sıkıntı oluşturmaktadır…

Yanaşık düzen ibadet, elde kitap, dua bulma ve okuma zorluğu veya çoğaltılmış fotokopilerle her şavt’ta okunması sanki farzmış gibi çabalar, bizim insanımızın çözülemeyen sıkıntılı eylemlerinden sayılabilir…

Üstadlarımızdan öğrendiğimiz şu uygulamayı aktarmak bir anlamda üstümüzde olan bir borçtur…

Tavaf bir namaz’dır… Hareket halinde eda edilen bir namaz… Nebî sav efendimiz tavaf’ı bu şekilde açıklıyor… Tavaf’ın sırrı okumak değil sadece dönmektir…

Tıpkı tüm evrenin kendi ekseninde döndüğü gibi… Elde kitap, toplu olarak yapılan tavaf yerine, tavaf’ın ruhaniyetine uygun, ferdi ve sessiz, kendi gönül dünyası-

nın durumuna göre içinden ne gelirse dua ve niyaz olarak Allah’a sığınmak, makbuliyet açısından daha efdal, şartlara daha fazla uygundur…

Tavaf eden kardeşlerimize şöyle bir teklifte bulunuyorum:

Bırakın elinizdeki kitap ve dokümanları… Bir kez olsun eski alışkanlıkları terk ederek şöyle bir uygulama yapalım memnun kalmazsanız eski yöntemlerinize dönebilir çevreyi rahatsız edebilirsiniz…

Tavaf namaz olduğuna göre, nereden olursa olsun atın kendinizi tavaf havuzunun içine başlayın ibadet etmeye… Akıntıya kapılarak Hâcer’ül Esved’in hizasına geldiğinizde hemen tavaf’a niyet edip;

Birinci rek’at: (Şavt) Namazın birinci rekâtına başlar gibi hareket ederek, sübhaneke, besmele, fâtiha’dan sonra Elemtere (El-fîl) suresini okuyalım… Kalan zaman içinde “ estağfirullah” zikrine devam edelim…

İkinci rek’at : (Şavt) Fatiha, “ Li îlâfi “(Kureyş) surelerinden sonra “ sübhanallah” zikrine devam…

Üçüncü rek’ât : (şavt) FatihaEraeytellezî (Maun) sureleri… Kalan zamanda , namaz sonrası tesbihat ta zikrettiğimiz , “ Sübhanallahi velhamdülillahi vela ilahe illallahü vallahü ekber” veya “ lâ ilahe illallahü vahtehü lâ şerike lehü….” Zikrine devam edelim…

Dördüncü rek’at : (şavt) FatihaKevser sureleri ve kalan süre içinde” Lâ ilahe illallah…”vb. (tehlîl) zikrine devam…

Beşinci rek’at: (şavt) Fatiha ve Kâfirûn surelerini okuduktan sonra Tekbir zikri ile Allah’ın azametini yücelterek “Allahü ekber, Allahü ekber , lâ ilâhe illallahü vallahü ekber….”zikri ile şavtı tamamlayalım…

Altıncı rek’at: (şavt) Fatiha-izâcae (nasr) surelerinden sonra salavât-ı şerife ile tavafımızı süslemeliyiz…

Yedinci rek’at: ( şavt) Fatiha ve Tebbet – İhlasFelak ve Nas surelerini okuyarak tüm kısa sureleri bitirmiş oluyoruz….Artık yüce Yaratan ile baş baş kalma zamanı geldi artık son tavaf size ait….

İste isteyebildiğini… Sıralayın isteklerinizi ev sahibine… Boynu bükük, gözü yaşlı, dünyalık değil, Âhiretini iste… Öncelikle son nefeste îman-ı kâmil iste…

Bu yöntem’i sevdiğiniz zaman, ne kitap, ne tavaf tesbihi, her şeyi atıyor, Sadece Rabbimize içimizden geldiği gibi sesleniyoruz…

Tavaf alanı (metaf) sakin ise Beytullah’ı okşayarak, Rükn-ü Yemânî köşesini öperek bire bir temas ile tıpkı bir gezegen gibi dön dönebildiğin kadar…

Bu konuda biraz daha ileri gidip şöyle bir teklif yapabilirim; Tavaf esnasında ne okuyacağım diye kaygıya kapılma dilersen yüce Yaratanı dillendiren bir türkü veya ilahî’yi seslendir…

Yapmacık, kurgulu bir metinden daha sahici ve etkilidir…

Kurşun asker pozisyonuna dönüştürülüp, huzur ve huşû’nun olmadığı bir yakarıştan ne fayda gelir…

Tavaf esnasında belki naz makamında, sonsuz şükürlerini arz eden misafiri, ev sahibi ile baş başa bırakalım… Belirttiğimiz gibi, dua da ilk kural gizli ve içtenlikle olmasıdır…

Bu tavsıyeler elli yaş altı misafirler için geçerlidir. Yaşlı misafirlerin rehberleri eşliğinde tavaf etmeleri daha sağlıklıdır…

Genç nesil kendisinde âcizlik görüyor ve bir Dadı’ya ihtiyaç hissediyorsa, kendi bildiği gibi hareket etsin…

Ne diyebiliriz…

SAFA VE MERVE

“…Gerçekten Safa ve Merve Allah’ın alametlerindendir……” (Bakara-158)

Kur’an-ı Kerim de açıkca ifade buyrulan SAFA ve MERVE tepesi Allah’ın biz kullarına bahşettiği işaretlerdendir… (Şiar) Mü’min bu iki tepe arasında gelip giderken iki tepe kendisine ahirette şâhidlik edecektir…

Bu zahmetli tavaf’ın adına SAY denmiştir… Dört gidiş üç geliş’ten ibaret olan ibadet, tavaf la bire bir aynıdır... Allah’a yakınlaşmanın bir sembolüdür.

Nebî sav efendimiz Hacc yaptıklarında, Safa ve Merve tepesine gelerek “ Safa ve Merve Allah’ın alametlerindendir…Allah’ın başlattığı gibi başlayınız ..” diye emir buyurmuşlardır…Sayy bir vecibedir…SAFA ve MERVE kıyamete kadar Dinin şiar’ıalameti olarak kalacaktır…

Ayeti kerime gereği İmam Şafii ve İmam Malik, Safa ve Merve arasında gelip gitmeyi Hacc’da tavaf gibi farzlardan saymışlardır.

Hacer annemizin oğlu İsmail için sarfettiği su bulabilme çabasından çıkaracağımız ders şu olabilir:

Allah’tan bir şey istediğimiz, bir muradımız varsa, ciddi anlamda gayret göstermeli, zikir ve dua ile meşru arzumuzun gerçekleşmesini Allah’tan istemeliyiz.

Allah sevdiği kullarını bazen sıkıntıya soksa bile, sabır ve dua ile sonuç ferahlık olacaktır.

Bu nedenle Safa ve Merve Kıyamete değin el açıp, yakaran kullar için, yoktan var edilen suyun ibretlik hikayesi olarak kalacaktır.