Kur’an-ı Kerim; Zikir ehlini, tam olarak iman eden, zikrullah ile kalbi huzur bulan, Allah ve Resulünü tek ölçü kabul edip, emir ve yasaklara uyan, ticaret, siyaset ve alış verişin zikrullahtan alıkoymadığı, Allahtan korkan kimseler olarak tanımlamıştır.
“ Onlar iman eden ve kalbi Allah’ın zikriyle huzur ve sükûna kavuşanlardır. Haberiniz olsun ki kalpler ancak Allah’ın zikriyle tatmin olur.” (Rad, 28)
Zikrullah ile mü’min gönüllerin huzura kavuşacağı yukarıdaki ayeti kerime ile kesin ifade buyrulmuştur,
Mü’min gönüller ancak zikrullah ile her türlü çağdaş stres kalıntılarından uzak durur ve huzur’a kavuşurlar…
Allah… Allah… Allah, diyerek zikrullah’a devam ile bütün hisler ve duyu organları kendi ritminde çalışmaya başlar ve üzerlerinde ki yapay yüklerden arınmış olurlar.
Zikrullah ile yumuşamayan gönüller, dünya nimetlerinden hangisini arzu etse, hangisine kavuşsa, hepsinin bir sonu olduğu için hiç biri ile tatmin olamaz…
Mü’min gönüllerde bile tatminsizlik, yüzyılın müzmin hastalığı olarak gün yüzüne çıkmıştır… Tedavi olarak sunulan yegâne reçetenin zikrullah olması kaçınılmazdır…
İlahi aşktan zevk almaya başlayan gönüller, arzu ve şehvetle istenilen tüm mevkii’lerin geçici olduğunu anlar ve zikrullahtan başka hiçbir şeyle tatmin olamazlar…
Zikrullah ile tanışmayan kalpler, huzura eremezler. Fahrettin Razi bu ayeti şöyle açıklamaktadır: ”Mevcut üç’tür:
İnsanın o ince ruhu, cisimler âlemi ile yeterinden fazla haşir neşir olup, yatırım-finans-bürokratik hırs ve benzer uğraşlarla vaktini harcarsa, huzur bulamaz.
Allah’ın eserlerini inceleyip, insanlığa herhangi bir hayırlı katkıda bulunurken, Allah’ı unutmadığı için ilahi nur açığa çıkar, sakin ve ızdırabsız bir kalbî yaşam devam eder… Bu ideal yaşam biçimini ancak zikrullah ile elde edilebilir.”
Şeyh Necmettin Dâye; Bu ayeti kerimeyi incelerken dört çeşit kalb’ten bahseder:
Zümer suresi ayet 23:
Onunla dilediğini Doğru yola iletir. Allah kimi saptırırsa onu doğru yola eriştirecek kimse bulunmaz.”
Allah’tan korkan ve aynı zamanda onun rahmet ve keremini uman, Kur’an-ı kerimi özenle okuyup bu esnada gerek manası gerekse okunuş azametinden dolayı tüyleri diken diken olan mü’minler; Kur’an-ı Kerim’de övülüyor…
İbn-i Abbas’tan rivayet edilen bir hadisi şerifte Resulullah sav efendimiz;
“ Allah korkusundan dolayı, kulun derisi ürperdiği zaman, kuruyan ağacın yaprakları döküldüğü gibi günahları dökülür.” buyurmuşlardır. (C.Sağir)
Nur suresi, ayet 37:
İnsanlığın gönül yapısı; Ticaret, alışveriş, servet edinmek, bürokratik makam hırsı ile donatılmıştır. Ancak zikir ehli olan insanlar, dünyevi işlerle yoğunluklu olarak uğraşırken bile Allah’ın hakkını ödemekten gafil olmazlar.
Bedenlerinin borcu olan namazı kılarlar, ekonomik olarak belli bir zenginliğe ulaşınca zekâtlarını verirler ve Kur’an’da belirtilen o korkutucu günden korkarlar…
Korkunun neticesi olarak yaşamlarını emredilen çerçeve içinde sürdüren mü’minleri Allah c.c. :
Ahzap suresi 35. ayet de şöyle müjdeliyor
Bu ayetin açıklamasını yapan müfessirler, (Kur’an bilimcileri) Allah’ı çok zikretmekten maksat, Sübhânallah-Elhamdülillah-Allahuekber gibi yüce zikir kümeleri, Kur’an okuma, dini ilimleri öğrenme (nesefi) lisan ve kalple Allah adını anma ( İbn-i Abbas) söz ve davranışlarınızda Allah’ı unutmama (Beyzavi) olduğunu belirtmişlerdir.
Yukarıda sayılan kümeler neticesi, Allah’ı çok zikretmek, iman ve amel bütünlüğünü sağlayan temel faktördür.
Kalbin her an, Allah korkusu ve bilinci ile yaşaması, insana, değerlerin en üstünü olan takva sahibi sıfatını vermektedir.
Kur’an-ı Kerim bu özelliğe sahip mü’minleri şöyle tanımlıyor: Ali İmran suresi 134-135:
İnsan herhangi bir kusur veya günaha bulaştığında, Allah’ın merhametine muhtaç olup, affı geniş olan Yaratan’a sahib olduğunu bilmesi yeterlidir.
Allah’ı unutmayıp, estağfurullah… estağfirullah… diye sürekli tevbe zikrine sarılıp, günah’ta ısrarcı olmadıktan sonra af kapıları kapanmaz…
Başkalarına zarar verme ihtimali yüksek kul hakkı’na giren yasaklar veya sadece şahsı ilgilendiren küçük günahlara istemeyerek bulaşıldığında, hemen Allah’ın azâb’ı hatırlanıp tevbe gerekmektedir… Bu erdemli görevi yapanlar bir daha da günah işlememeye özen gösterirler…
İşlenen herhangi bir suçtan dolayı tevbe edip şeytandan yüz çevirenler, umulur ki Allah’ın affı’na nail olurlar…
Zikir ehli müminlerin önemli özelliklerinden biri de Allah ve Resulünü biricik önder kabul edip, Resulullah (s.a.v) efendimizin kendisine uyulacak en güzel örnek olduğuna iman etmeleridir.
Ahzab suresi 21. ayette şöyle belirtilmektedir:
Bu ayeti kerimenin en mühim özelliği; “Resul size ne getirmiş ise onu alınız” ayetinde beyan edildiği gibi, Resulullah efendimize yalnızca sözlerinden dolayı değil yaşam biçimi ve davranışları da müminler için ölçü olacağının belirtilmiş olmasıdır…
Ayeti kerimede geçen “Üsve” kelimesi kendisine uyulacak, arkasından gidilecek örnek insan anlamına gelmektedir.
Nebî sav efendimizin örnek davranışlarından faydalanmak ancak Allah’tan korkan ve O’ndan sevab ümîd eden, Allah’ı çok zikreden kimselere mahsustur…
Nebî sav efendimiz o güzel insanları şöyle vasfediyor:
“Sizin en hayırlınız, gördüğünüzde Allah’ı hatırlatan, konuştuğunuzda ilmini artıran ve yapmış olduğu işlerle sizi ahirette azaptan kurtaran kimsedir.” (K. Ummal, 1/419)
Bu müjde, muhakkak Müslümanlar içindir. “Yoksa Âhiret günü konusunda inancı muğlâk olan, Cenab-ı Hakkı arzulamayan ve onu çok zikretmeyi aklına getir-
meyen kimseler, Resulullah s.a.v efendimize tabi olmuş sayılmayacağından, onun güzel ahlakından da yararlanamazlar ..” (M. S. Ramazanoğlu, M. İnsan/34)
Nebî sav efendimizin hayatı sürekli mücadele içinde geçmiştir. Ayeti kerimede emredildiği gibi, en güzel örnek, ne yapmış ise onu yapmamız gerektiği gibi kalabalık içinde, Allah ile baş başa olma kabiliyeti geliştirilmelidir.
Herhangi bir köşede günlük hayat ve insanlardan kaçarak zikirle meşgul olmak yerine; Hayata ve hadiselere karışarak her türlü meşakkat içinde Zikrullah’a devam en büyük erdemdir.
İmamı Rabbani, bu özelliklere sahip olan mutasavvıf’ı “ Kâin ve Bâin “ olarak tanımlar.
“O, görünüşte insanlarla iç içe olup sanki Allah’ı unutmuş gibi bir görüntü verse bile, hakikatte kalabalıklardan uzak Allah ile beraberdir.” (Mektubat 1 /24)
İsmail Hakkı Bursevi ayetin tefsirinde şöyle diyor:
“ Zikrullah ile fazlaca meşgul olan aynı zamanda ibadete yönelir. Böylece Resulullah’a bağlılık meydana gelir. Resulullaha bağlanmak her mümin için şarttır. Bu bağlılık recâ makamı olan Allah’tan ümit var olmayı gerektirir… Mü’min yapmış olduğu ibadetlerinin meyvesini alır…
Allah’a ve Âhiret gününe inanıp, derece ve makamlara nail olabilmenin şartı zikrullahtır çünkü zikirde nefy ve isbat vardır. Allah’a yönelmenin ilk basamağı budur.
Varlığı değişebilen karanlıklardan, varlığı hakiki olan nûr’a ulaşmak ancak nefiy ve isbat zikri ile mümkündür. Bundan maksat ise “kelime-i tevhîd” zikridir…”
Ayrıca Kur’an-ı Kerim; İslam toplumunun içinde oluşabilecek problem veya ihtilafların zikir ehline sorularak giderilmesini emrediyor:
“Ancak sağduyu sahipleri düşünüp gerçeği anlayabilirler…” (Nahl-43) (Rad-19)
Kendisi başlıbaşına zikir olan Kur’an-ı Kerim, zikir ehlini ; “Ülül el-bâb” olarak tanımlıyor.
Bunlar daha üst derece bir sevgi ve kavrama gücüne sahip olan, zikir terbiyesi almış mana erleridir.
Kur’an’ı Kerim’i, zikir erbabı, gönül erbabı olan büyük müfessirlerden öğreneceğiz… Kur’anın ilahi murada daha uygun tefsir ve izahını ancak onların yapacağı konusuna hüsnü zannımız vardır…
İlahi murada uygun olarak ayetlerin derinliğine nüfuz edenler zikir yolu ile kavrayabilen gönül sahipleridir…
Nebî sav efendimiz bu özelliğe sahip insanlar için; “En hayırlınızı size haber vereyim mi? Görüldüğünde Allah’ı hatırlatanlardır…” buyurmuştur…(K. Ummal)