UMRE  NOTLARI

UMRE NOTLARI

UMRE   NOTLARI

Nafile bir ibadet olmasına rağmen İslam dünyasında, son dönemlerde bir öze dönüş, köklere sarılış süreci içinde, ortalama her on aileden biri kutsal toprakları ziyaret etmektedir… Umre’nin müstakil bir ibadet olduğu düşünüldüğünde, hem nafile ibadet hem de ümmetin ortak mülkü olan kendi öz vatanını ziyaret, sılai rahim yapmakla eş değerdedir…

 Harameyn toprakları hepimizin ortak mülkü olduğu için kendimizi orada misafir hissetmeyiz bu nedenle de seferi sayılmayız… Hiç kimse Harameyn’de tutuklanamaz, eza ve cefa göremez… O masum bölgede suç işlenemez… Öz vatanı ziyaret ederken toprak bizi de çekim alanına almaktadır… Köy’den şehre hicret etmiş bir şahıs nasıl öz yurdunu unutamaz, en azından birkaç yıl içerisinde, kısa dahi olsa anavatanını, toprağını koklama ihtiyacı hissediyorsa, Haremeyn toprağı da bizler için öyledir… Çekip getirir uzak beldelerden…

İnsanoğlu, gönül dünyasının hali ve konumuna göre gözlerine komut verirmiş… Gönül iyi ve güzeli görmek eğiliminde ise bu hal gözlere yansır, kerih olan manzaradan bile iyi olanı seçip çıkartabilirmiş…  Nebî sav efendimiz, arkadaşları ile Medine sokaklarında gezerken, ölmüş bir köpeğin yaymış olduğu pis koku ve görüntüsü karşısında, arkadaşlarının hoşnutsuzluğunu görünce, köpeğin güzel dişlerini göstererek, bir vakıadan ne tür bir örnek çıkarılacağını bizlere öğretmiş oluyordu…

 Kutsal topraklara adım atan insanımız öncelikle, şehir planlamacısı, çevre mühendisi, zabıta görevlisi gibi uhdesine ek görevler almamalı, Mekke- Medine imar müdürü olmamalıdır… Bazı şahsiyetlerde, yol kenarındaki her hangi olumsuz temizlik işi, devasa problem sayılarak başlanılıyor tenkit serenatlarına… Bu mübarek şahsın geldiği mekân sanki kozmik bir alanmış, olumsuzlukları ilk kez görüyormuş mübarek…

Unutulmamalı ki biz bu mekânlara kusur aramaya değil, varsa kusurları örtmeye geldik… Nebi sav efendimizin, olumsuzun içinden, iyi bir noktayı tespit ettiği gibi… Ülkemiz insanının en büyük zaaflarından biri, kendisini kamusal müfettiş zannetmesidir… Her şeyi tenkit etme, doğrunun kendinde olduğunu ilan etme, beğenmeme, aaah! Buraları biz yönetseydik, harika yapardık beyanları terk edilmeli, Beytullah’ın bir sahibi olduğu unutulmamalıdır… Ağırlamak için Beyt’ine misafir çağıran ev sahibi, evinden hoşlanmayan misafirden nasıl memnun olabilir… Misafir olduğunuz bir yakınınızın evini, çevre düzenlemesini hatta size takdim ettiği nimetleri tenkit ederseniz, bir daha o eve davet edilmeyebilirsiniz…

Sevindirici olan olumlu gelişmelerden biri, ziyarete gelen Dünya Müslümanlarının yaş ortalamasının elli yaş altına düşmüş olması hatta otuz yaş altı grupların ayrı bir heyecan içinde tavaf etmeleri takdire şayan bir gelişmedir…  Sanki günah işlemeye yatkın bir mizacımız varmış gibi toplumumuza yerleşen, ilerleyen yaşlarda Hac ve Umre ibadetlerinin yapılacağı kanaati tamamen saçma ve Dinimize ters olan bir alışkanlıktır… Gençlik döneminde günah işleme hürriyeti varmış gibi bir yanlış anlayış içimize yerleşen kanser gibidir… Genç yaşlarda ne yaparsan yap, yaşlanınca nasıl olsa bir af makinesi içine girer temizlenip çıkarsın mantığı Kilise mantığı ile örtüşmektedir…

Müslüman yarın ne olacağından emin değildir… Bu nedenle Tasavvuf öğretisinin “ Dem bu dem’dir, dem bu dem…” ölçüsü önemlidir…” Gün bu gündür saat bu saat…” Bir sonraki saat’te kimin yaşam garantisi olabilir…

Dinimizin zuhur ettiği ilk mekânları bire bir görmek, Beytullah’ta sürekli vakit geçirmek çoğu nimetlerden daha üstündür… Bu nedenle bir an önce çoluk çocuk tüm aile efradı ile her hangi bir tatil projesini Umre programına dönüştürmek alışkanlık haline gelmelidir…

Kutsal toprakları ziyaret için niyet edildiğinde, önceliklerden biri, olası menfi bir durumla duçar olunduğunda, derdinizle hemdert olacak bir veya iki arkadaş bulmak seyahat’in huzur ortamında geçmesi için ilk hazırlık sayılabilir… “ evvel refîk ba’del tarîk…” atasözü günümüzde de geçerliliğini korumaktadır… Dört azami beş kişilik arkadaş grubu, anında karar almak, taksi ile intikal vb. konularda sorunsuz bir seyahat’in basamaklarıdır…

 Özellikle çok arkadaşlı gruplarda en büyük zaaf, sıcak sohbet ortamlarının oluşması ibadet ve ziyaret eksikliği oluşturabilmektedir… Her türlü ibadet ve zikrullah’ın katlanarak geri döneceği müjdesi olan bir belde de birkaç refik bir araya gelince sohbet ortamı bir anda, oğullar, gelinler, mal-mülk hatta siyaset muhabbetine kadar inmekte bu tür hamasi sıcak sohbetlerin yeri, otel lobisi veya havaalanı değil, Beytullah’ın içinde cereyan etmektedir…

 Umre ibadetini yerine getirmek için mesafe kat eden kardeşimize tavsıye edilebilecek en önemli ikinci ibadet SUKUT orucu olmalı ve tüm mesai Harem-i şerif içinde Allah için, zikrullah olmalıdır…” Bir kez ALLAH dese AŞK ile lisan / Dökülür cümle günah misl-ü hazan… “   Ölçüsü unutulmamalıdır… Ömrümüz hep dedikodu ile tükeniyor… Umre seyahati esnasında Zikrullah’tan başka hiçbir kelam dilimize yâr olmasa, konuşma özürlü kardeşlerimizle bir duygudaşlık yapıp, sadece Yaratan ile baş başa kalmayı becerebilsek, umre günlerini başarı ile gerçekleştirmiş hatta sınavı kazanmış sayılabiliriz…

 Türkiye den gelen kardeşlerimizin bir kısmı, Kur’an okuma konusunda usta olamama, Harem-i şerif’te bulunan Mushaf ların yazı stiline (Hat) alışık olunmaması özrü nedeniyle, oransal bir rakam verilecek olursa, , Türklerin yüzde yetmişi Kur’an tilaveti ile ciddi problem yaşamaktadır… Kur’an okuyacağım ama yazısı karışık bahanesine sığınan kardeşlerimize iletilebilecek tek tavsiye, ezberlerinde olan sureleri kur’an’dan okumak sureti ile hem yazı stiline alışmak hem de tilavet sevabı almak gibi iki önemli görev yerine getirilmiş olur…  Bahanelere sığınmayan bir insan, Yasin-Tebareke-amme gibi âşina sureleri defalarca okuyabilir…

Kur’an okuma,Tesbihat  veya birkaç tavaf’tan sonra başlayan yorgunluğun tek ilacı , Allah’ın evinde gönül penceresini açıp, dudaklarımıza fermuar çekerek ,  en basit bir eylem olarak Beytullah’ı seyretmek , Her türlü zikir çeşitlerini terennüm etmek, Düşünmek-tefekkür etmek, arkadaşla sohbet etmekten binlerce defa üstün olan  bir ibadet ve dinlenme biçimidir….Beytullah’ı seyrederken geçmişini düşün…..Gün ve ay mefhumunu unutarak sadece tavaf seyrini düşünmek…Seyir keyfiyle birlikte düşünmek…

Beytullah ve çevresi, memnuniyet ortalamasının üzerinde temizlikçi orduları tarafından temizlenmekte ve bu esnada, eziyet vermeden işlem devam etmektedir… Suskun, sakin, mazlum temizlik görevlileri gayretlerinden dolayı küçükte olsa bir sadakayı hak etmektedirler…

Dünya Müslümanlarının yarısı, zalim Batı tarafından yaklaşık yüz elli yıldır sömürüldüğü için, resmi verilere göre yaklaşık günde iki dolar kazanmaktadır… Sen, ben veya bir başka ülkemiz insanı, günlük iki dolar ile geçimini temin ettiğini  düşününse, nasıl bir yaşam aklınıza gelebilir… Hayalinizde canlanabilir… Lütfen düşünün…

Kutsal topraklarda ibadet etme aşkı sadece zengin Müslümanlara tanınmış bir imtiyaz değildir… Özellikle bu denli yoksulluk içinde yıllarca biriktirebildiği iki yüz veya üç yüz dolarla, Gemi ambarlarında günlerce süren meşakkatli bir yolculuk sonucu Beytullah’a yüz süren yüz süren, oteli, düzenli yemeği olmayan kardeşlerimiz, eğer sokakta yatıyor, yol kenarında yemek yiyor ise asla küçük görmemeli, arkalarından tenkitvari söylemler geliştirilmemelidir… Ortalama Türkiyeli bir Müslüman için iki bin dolar küçümsenmeyecek bir meblağ ise, fakir Müslüman kardeşlerimiz için de iki yüz dolar aynı seviyededir… İki yüz dolar kimi ülkemiz insanı için küçük bir hediye parasıdır…

O halde ev sahibinin bahçesine gecelemeyi göze alan misafire kötü gözle bakmak KİBİR afetinin katmanları olarak düşünülebilir… Mustaz’af kardeşimi hor görmek, kutsal mekânda işlenebilecek ahlaki bir cinayet olduğunu peşinen kabullenmek gerekmektedir… KİBİR ve UCUB afeti, imanı eriten bir manevi kezzap olduğu unutulmamalıdır… Bol yıldızlı otellerde konaklayan misafirlerin bir öğün bile olsa, Beytullah etrafında oturmuş, hazır yemeğini eline almış, hiç kimseyi umursamadan yemeğini yerken, her kesimle eşit olmanın hazzını yaşamak ta ayrı bir ayrıcalıktır…

Özellikle bizim insanımız için geçerli olan sürekli tenkit ve beğenmeme tutkusu, Haremeyn’e ulaşılınca mutlak terk edilmesi gereken alışkanlıklardan biri olmalıdır… Haremeyn’de mutlu olabilmenin küçük bir sırrı, asla karışmamak olarak özetlenebilir… Hiçbir şeye karışma ve tenkit etme… Yanlış namaz kılıyor, kıbleye ayağını uzatmış yatıyor, Kur’an yere yakın tutuluyor, sünnet kılınmıyor benzeri tenkitlerin kimseye bir faydası olmayan tenkitlerdir…

Dünya Müslümanları tek mekânda toplanıyor… Değişik mezheb ve meşreb ten yüzbinler var… İbadet şekilleri, davranışları değişik olbilir… Bizler yadırgamak veya yargılamak için orada değiliz… Sadece kardeşliği pekiştirmek için oradayız… Unutulmamalı ki Kıbleye yönelen her Müslüman ne tür ve ne şekilde yönelirse yönelsin kardeşimizdir ve tenkit hakkımız yoktur…

            Mehmet  Hüsrevoğlu